
kerpiç bedenlerden arda ıslak sınırlarla çevrelenmiş
ve bacaklarına var oluş sancıları üflenmiş kişiler
olmamız hatta yok oluşumuza değen onca şiire
sarıla sarıla yaslara bürünüşümüz gibi sen diyorum,
bir de bağırırken kalbim yok diye,
tekerlekli sandalyede koşar gibi sevgilim,
ama bakma sen bana bu cümle hayli uzun
ve ben yine asfaltın o ağır kokusuna maruzum,
ne yapacağım bilmiyorum.
şimdi ayaklarım yapışır da kalırım diye beklemek istiyorum,
bir de bilsen bir korku,
arkama bakmadan kaçmak planlıyorum.
tercihen sırtımı nereye yaslasam senden kalma
derin çukurlara düşüyorum.
her düşüşün bi kalkışı varken sevgilim,
elbet kağıttan uçak yapan çocukları izlerken
buluyorum kendimi.
kime dargınım diye etrafıma baka kalıp,
bi üşenme tutar ki beni yorgunluk çöker akşam üstleri
perdeleri çekmeye bile kalkamam.
ama olur da ışığı açarsam karanlığa alışamadan,
henüz doymadan ay ışığına,
kendimi lambaların altında yalnızlığa boğuyorum.
bir de biliyor musun sanayi ışığında pişen şiir
öyle sanıldığı kadar da özverili olmuyor.
bazen fedakarlık yapıp balkona çıkıyorum,
boşver şimdi yeri gelmişken,
söylesene ben kimim?
okuduğun bi kitap mı,evindeki bir çiçek,
annene olan hasretin, fırına gitmekten her defasında kaçışın mı?
bu yerlerde hep kendimi arıyorum.
çıkış yolu olmayan ve öyle bir yerdeyim ki diye
bağırırken çok sevgili abimiz,
ben neredeyim?
işte şimdi tam yeri gelmişken bebeğim,
söyle lütfen,
ben kimim?