
kendimi yenmeye çalışıyorum,
çünkü kaçıp gittiğimde içimdeki savaştan
bir şeyler duruyor,
bir şeyler.
ikimizden ötesi ve yanısıra dertlerimin yansıması
kuyulardayım ellerim sende.
tırnaklarım pis, üzerimde leke
sanki dünden kalma ve bugünden ötürü
tüm tırmanışlarım eski bir taarruzun puslu uykusu.
istanbuldan evime dönerken, bıktığım bu
of diye bağırıp, şehrimin kokusu,
şehrimin yeni tazecik trafiği, şehrimin asfalt kırma alışkanlıkları
tüm bu sevecen diye bakıp
ülkem, neyse kendimle savaştayım,
iflasım dört bir yana asılmış koca bir haber.
ellerim sende, kuyulardayım, ellerim sende.
kükürt kokusu çocukluk mahallemde,
bunlar bende eski ezberler, nerede duysam,
ve koklasam tırnaklarım pis, bak bunu da söylemiştim.
söyleyemem içim dolu,
söndüremem keşke kendim olsam yeniden
zam geliyor, her şeye zam geldikçe diyorum,
diyorum ki sevgimize de zam gelsin nefreti bırak.
bütün ülkece nefreti bırakalım.
ama ellerim yine sende.
bak bundan, bunu yapmaktan vazgeçmiyorum.
buğulu pencereler var, hiçbir yere bakmayan balkonlar.
sonra sensizliği düşünüyorum,
utanıyorum kendimden.
böyle düşündükçe ellerim yumruk,
evet ellerim sende ama kızıyorum kendime, ellerim yumruk.
görüntüler karışıyor.
biz buradayız,
tamam her şey tamam.
evden çıkarken bakarım hep,
o tamam bu tamam sen tamam,
sen tamamsan, her şey tamam.
göremezsem sinirlenirim, ben her sinirlendiğimde
yani ben ne zaman sinirlensem, ellerim bi çekiç gibi
bak duvarda bazen, masalarda da görebilirsin.
belki de biz seninle, öfkelendikçe sabah alarmlarına,
sen tümseklere takılırsan,
ben yeniden ellerim sende ve ellerim yumruk.
ama sendeki ellerim, bigün neden olursa sendelemene,
çekerim onları,
ve yine ellerim yumruk.
ben zaten,
baksana,
benim zaten baksana ellerim hep yumruk.