berat elçi

artakalan

beni yolların uzunluğu korkuturdu
güneşin kavurucu sıcaklığı
bir avucumdan diğerine dokunan soğukluk
ruhumun başına buyrukluğu…

beni aşka küstürememişti kimse
içimdeki ağırlığıh
islerimdeki pervasızlığı
beni ağlatmamıştı hiçbir cümlenin yüklemi
oysa şimdi içimdeki yangından kalan küllerin soğumuşluğu
yarım bile bırakılmamış bir aşkın boşluğu…

bir iyileştim bir iyileşiyorum derken
sana aslında hep ihtiyacım vardı
gurur önümde kapı duvar aşamadığım inatçı bir dağdı.
tenini tenimle düşlerken
büyüttüğüm her duygu kimsesizlikle sarılı

beni ilk öpüşün, ilk sevişmemiz, o taze heyecan
o tecrübesiz aşık bedenim sana teslim, sana muhtaçtı.
ben, senin dizinde uyudum.
ben, seni uyurken izledim.
ben, seni uyan diye bekledim.
ben, hep seninle uyanmayı istedim.

bu sayfaları yırtıp birleştirdim.
adını defalarca sildim.
bu evin penceresinde begonyalar ektim.
begonyalar kurudu. kalbim ise çoktan…

sızlıyor bedenimin her kuytusu
sözüm yarım, sözlerim acı
bastırdıkça canımı yakan
bastırmak için çırpındığım senin bıraktığın bu acı…

ev bomboş, içim tamamen boş
hatırla şimdi artakalanları, bırakılanları, bir türlü bırakılamayanları
bütün yüzün ezberimde.
bütün hüzün gözlerimde.

Umutsuzluğa kapıldığım, içimde karamsarlığın hüküm sürmeye başladığını anladığım andan itibaren kalemime koşardım hep. Koştuğum yer. Durulduğum yer, sakinleştiğim yer yine tam da burası işte. Küçükken yatay ve dikey çizgileri sığdırdığımız kağıtlara büyüdükçe kalbimizi, bütün histerilerimizi, bazen sesimizi, bazen sessizliğimizi, bas bas bağıramadığımız aynı zamanda yutkunamadığımız ne çok şeyi sığdırabiliyoruz. Bu dışa vurum süreci en güzel sakinleştiriciydi hep benim için. Okulda birilerine kızar eve gelir yazardım, anneme kızar yazardım, âşık olur yazardım. Bu, hiç bitmeyecek bir yaşamı bir ucundan tutma, tutabilme mücadelesi…Bugün içimde kocaman özlemler beliriverdi. Yanımdayken sarılmak istediğim anneme sarılamadım, çıkıp sokaklardan sevgilime koşmak istedim koşamadım. Biraz ötemde sevdiklerim, yanı başımda duran bu dayanılması güç uzaklıklar…Yaşam, okuduklarımız, yazıp çizdiklerimiz, giydiklerimiz, biriktirdiklerimiz yok yere… bu modern dünya denilen hengamenin, kaosun ortasında ne çok şeyi unutmuşuz. Sarılabilmenin kıymetini, göz ucuyla bile dönüp bakmadıklarımızın ehemmiyetini. İnsanın doğaya, insanın hayvana, insanın insana büyüttüğü sevgisizlik ve şiddete nasıl duyarsızlaşmışız. Bir çocuğun tırnağına zarar gelmemeli, bir çiçek kopmamalıydı dalından, bir kadın öldürülmemeliydi en güzel çağında. Bütün güçsüzlüğünü bir hayvanın savunmasızlığı üzerinde göstermemeliydi sözde insan. Her gün bizi daha çok yabancılaştıran kendimize, gün geçtikçe egemen bu sevgisizliğin ve kötülüğün tamamına elbette kucak açmaktan vazgeçecekti dünya. Her şeye rağmen içinde iyiliği barındıran, muhafaza etmek için çabalayan, büyüten insanlarla yan yana olduğumuzu bilmek güzel hala. Belki kurunun yanında yaşın da yandığı, kötülerle birlikte iyilerin de cezalandırıldığı aynı infaz yerindeyiz hepimiz. Evlerimizde…

unutma

Bu da bir kıyım, bir felaketti.
Elime tutuşturduğun kıvılcım
Yangınıma yetti, yanmama yetti.

Ben, benden aldıklarını
Ben, kıymetsizce bir kenara attıklarını
Sana nasıl verdim haberin var mı?

Bilirsin ben hiçbir acıya, kıyıma
Sonsuza dek teslim etmedim yüreğimi
zor da olsa yeltendim ayağa kalkmaya.

Bütün kapıları, yolları, yıllarımı al benden.
Bütün yazdıklarımı da unut gocunmam.
Ama o hiç konuşulmamış olanları aramızda
Urgan gibi asılı duran sözcükler boynumda
Sen anla, sen anla yalnız onları unutma.