
Kızgın Boğa’yı (Raging Bull) izledikten sonra; “hee şu boks filmi mi?” diyen insanlara, sizden film tavsiyesi istedikleri zaman lütfen bir öneride bulunmayın.
1977 senesi Oscar töreninde, ödülleri John Guilbert Avildsen’in Rocky filmine kaptıran Martin Scorsese’nin yaklaşık üç sene sonra ‘bir boks filmi nasıl yapılır?’ sorusunun cevabını sinema dünyasına göstermeye çalıştığı biyografik filmdir. O dönem için Scorsese’in vazgeçilmezlerinden Robert de Niro ve Joe Pesci filmin başrollerini paylaşır. Film, Oscar’da aday olduğu sekiz daldan ikisini kazanır.
Net bir şekinde söylemek isterim ki; Raging Bull bir boks filmi değildir. Bazen düşündüğümde; Scorsese’in kendi bilinçaltını, korkularını, paranoyalarını, ilişkisinde ve ya ilişkilerinde duyduğu güvensizlikleri, belki de kendine olan fazla güven ya da güvensizliklerini, kısacası o dönem için içinde bulunduğu bütün psikolojik durumlarını, ruh halini, kendi içinde, kalbinde, ruhunda hiçbir şey bırakmadan anlattığı bir psikoloji filmidir. Bu yazıyı yazarken ya da filmi izlerken, aklımdan çıkmayan tek şey 1976 Taxi Driver’da taksinin arka koltuğunda eşinin kendisini aldatmasını izleyen adamı oynayan Martin Scorsese’tı. Bence bu iki film, ki daha çok Raging Bull, takside oturan adamın psikolojisini ya da yaşadıklarını an be an anlatıyor.

Scorsese imzası taşıyan ve yine bu filmde karşımıza çıkan bir başka durum ise kahramanlarımızın kendi kendilerine konuştukları sahneler. Bazen bu durumu bir deli edasıyla bazen de bir prova edasıyla görmekteyiz. Raging Bull’da yaşlandığı zaman artık mekanlarda bir şovmen gibi çalışan Jake’de (Robert de Niro) bu prova sahnelerini görürüz. Taxi Driver’da da tarihin unutulmaz repliklerinden “you talkin to me?”nin hafızalara kazındığı, aynada kendiyle konuşma sahnesi hemen bir başka örnek olarak aklımıza gelir. Kendimizle konuşarak, kendimize anlatarak, çoğu zaman sonunda kendimizi ikna ederek, iyi kötü her şeyi oluruna getirdiğimiz konuşmalar… Bazen kendimizi ikna edemediğimiz olur. Sonra iknasını olamadığımız her soru bir paranoyaya dönüşür. Paranoya güvensizlik getirir. Bunlara kesinlikle yaşanmışlıklar da eklenir. Bu çok açık ve aslında çok karmaşık duyguların hepsini bir anda görebileceğimiz, kendi hesaplaşmalarımızdan kesinlikle bir şeyler bulacağımız… Hatta Scorsese acaba benim burcumdan mı, bu kadar olur diye ‘kendi kendimize konuşup’ sahneler kaçıracağımız bir film Raging Bull.
38 yaşındaki genç bir adamın hislerini hiç çekinmeden gözler önüne serdiği, ustaya selam olacaksa Sigmund Freud’un bilinçaltına da selam gönderdiği, psikoloji ve sinema sevenlerin hayatları boyunca baş uçlarında ‘hayat dersi’ olarak hep anımsayacakları bir film Raging Bull, bir boks filmi asla değil.