dilara çayırlı

gitmek üzerine

Saat 02.09.

Bu oda bu karanlık tam da istediğim gibi.Bilirsiniz dolunaylı gecelerde ki karanlıkları severim.Karanlık,tüm gerçekleri örterler.Yalnızları,evsizleri,yoksulları,bu mevsimde sokağa terkedilmiş hayvanları,mutsuzları,hastaları,ölmüşleri ve ölümden geriye kalmışları…Daha da karanlık olsun diyip siyaha boyadım dört duvarı,gazetelerde ki üçüncü sayfa haberleri ile camlarımı kapattım.Tek bir ışık sızmasın diye bantladım sıkıca.Kutsal kitaplara sığdırılamayan cehennemi dört duvara sığdırıp açtım Tanrı’ya avuçlarımı ağlayarak.Dedemden kalma radyodan Müzeyyen Senar açtım,çocukluğumda o izlediğim dizideki repliği kendime hatırlatıp durdum.Kitap arasında kuruttuğum çiçekleri topladım vazoya koydum.Aşık olduğum adamların koklayarak öptüğü saçlarımı kulak mememde kesip diz kapaklarımdaki yaraları bantladım.Bu zamana kadar Tanrı’ya yazdığım tüm mektupları bavuluma doldurdum.Körpe karanlıkta çok sulamaktan çürüttüğüm kaktüslerime umut etmeyi anlattım,tüm nefes alışverişlerim umutsuzluktan ibaretken.Başucumda ki tozlu kitaplığa ölülerin tozlu kitaplarını dizdim.Gecenin sabaha kavuştuğu sokak lambasının söndüğü saatlerde Nazımın Pirayesine yazdıklarını okudum,iç sesim ezan ile arş-ı âlaya karışırken.
Tanrıya gitmeden kalanlara “kimsenin bir suçu yok,gitmek hep aklımdaydı” gibi bir not bıraktım,kimsenin kendisini suçlu hissetmesini istemiyordum.Tanrıya gidene kadar yol boyunca yerde gördüğüm tüm sarı yaprakları toplayacak Tanrıya varınca da “senin için” diyeceğim.Gitmek mi yitmektir kalmak mı diyor ya Birhan Keskin,ben onlara gitmenin yitmek olduğunu göstereceğim.
Hoşçakalın.