masiva
kör zindanlarında yahut
uğrak limanlarında hayatın
yalınayak yürüyeceğiz usulca
demem o ki ma-sivâ
sen ve tanrının dışındaki
her şeydir.
elzem gülüşlü mutsuzluğun
mihrin ve mahın yoldaşlığıdır
senin ellerin -ki cennetin aynasıdır
ve gözlerin sırat-ı müstakim
sen üzülecek olsan izmihlaldir
kalksan otursan sarılsan hürriyet
güller -ki sana benzer
evrenseldir seni sevmek
sana bakmak hamd-u sena
allah’a şükredilir, sana şiir
sonra elbet sevgilim
seviştiğimiz tüm sokaklar ilam olur
gerisi yol olur sevda olur hasret olur
yahut ne varsa hepsini uzun uzun
konuşup ağlayıverdiğimiz
bir kuplelik gözyaşı döktüren her ne ise
cennet olur âbâd olur
kukumav kuşunu
her hatırladığımızda yahut
kapının ardındaki ıssız boşluğu dolduran
muhabbetin en netameli yerinde hayatın
yalnız başımıza yürüyeceğiz usulca
ki dedim ya ma-sivâ
sen ve tanrının dışındaki
her şeydir
gözbebeklerinin tılsımında saklanan
güneşin ve ayın ortaklığıdır
senin saçların -ki denizlerin dalgasıdır
ve ellerin ab-ı hayat
sen ağlayacak olsan ahdettir
kalksan otursan sarılsan hürriyet
yıldızlar -ki sana benzer
gökyüzüdür seni sevmek
sana bakmak hakikat-ı rüya
allah’a şükredilir sana şiir
umut çiçekleri
uzaklarda çok uzaklarda
belki bir nefes kadar kapında
yakın belki uzanıp da sarılmaya
beklemek için fazla sabırsız
enine boyuna insan sesi kaldırımlarda
haykırıyorum duyasınız diye
kim getirecek umut çiçeklerini
kimin kollarından tutup
imreneceğiz bir ince gülüşüne
bir keskin bakışında beliren
o masum ifadeye ne zaman kanacağız
kimin ağzının kenarından öpeceğiz
tan vakti şarabımız köpürürken
tanrım çocukluktur geçer
çocuklar ki tanrı’yı annesinden seçer
babasının kirli sakalından bilir öfkeyi
umudu kanayan dizlerinden tanır
ilk acıyla yoğrulduğunda çocuk
tanrı’yı gökyüzüne resmeder
göğün yüzü boşalınca üstüne
şehir asimetrik bir yağmura varır
yağmursa en çok nisan’ı sever
nisan önce şiire meyleder
sonra şiire meyleder
sahi kim getirecek umut çiçeklerini
heybesinde akşamdan yediği sillesi
kopçasında memelerini taşır kadın
ve her kadına tanrı’dan bir şeyler kalır
kimi şair de güftelerken acısını
bir el daima kadına uzanır
yasak yerlerinde yahut
saçlarının arasında dolaşır
koynuna bir kızıl gül bulanır
zaten dünya da böyle bir yerdir
ayaklarımız sendelerken yürümede
ağzımızda kekre bir tat kalır
büyümek yaşlanmanın iyi hali
ki insan büyümekten de usanır
bir gün çocuk gibi sarılır da o yastığa
sabahına koca adam uyanır
işte o gün hayatına tanrı’yı alır
alın yazısı insana tanrı’dan bulaşır
sahi umut çiçekleri kimin ellerinde
adını söylemeye varamadığım o sokak
nemli bir iklimin sonbahar kıvamı gibi
gözümden yaşlar biriktirdim avuç içlerimde
vakitsiz bir yağmurun bir şehri hazırlıksız yakaladığı gibi
önce bir kadına sonra belki bir yaraya aşık olmayı öğrendim
vahametiyle geç tanıştıysam da
o yarayı ve kendimin en ağrılı yanını bakışsız sevdim
sevdim ki iyileşmesin o yara
bir gün de puslu bir sonbahar akşamı
tutup da yaralı yanımdan öylece
vurdum kendimi ara sokaklara
hiçbir şeyin farkında değilmiş gibi durgun
geceleri matem tutan sokaklara
birkaç adım attım da belki
sağanakların altında yüzünü saklayan
örselenmiş bir çocuk yüzü müydü neydi
dedim derler ki çocuğum:
“sen kalbini söküp atmadıkça-
iyileşmez o yara”
sonra barlar ve arabalarla süslenen
işlek caddelerinde dolaştım kentin
dekolteli ve mini etekli kızların
-akşama kesin sevişiriz- heyecanıyla caka satan adamların çaresizliğine
ve avluları alkol kokusuyla darlanan camilerin
bu şehre bu kadar eğreti ve nesnel duruşuna
ve nedendir bunları şimdiye dek
yazmaya değer bulmayışıma
söylendim durdum kendimce
sonra bir sigara yaktım mıydı neydi
dumanı tüten bir şair
ayaklarını sürüyerek geçti yanımdan
koşup ardından sarılsam da can havliyle
gücüm yetmedi fazlasını yutkunmaya
şu üç lirik cümle kaldı dişlerimin arasında:
“
enkazından kalkmaya gücüm yetmez
dağılsın yapraklarım -ki sonbahar bitmez
artık yaralarıma merhem çare etmez
”
silkindim ve darıldım
o şairin bana çok benzeyen gülümseyişindeki
üç dizelik vahim akrostişe
bu şehre ilk ayak basışımdaki yalnızlığıma
ve bugünkü yalnızlığımla arasındaki o farka
hayatımı sığdırdığımı farkettim sonra
dedim bu şehrin o uzun caddesini uzun eden ne varsa
yahut yürürken duraksatan-anımsatan köşe başlarında
bir şair midir yoksa üç dizelik bir şiir mi
nerede sevişsek orayı mesken tutan o tuhaf çiçekçi
ve döndüm
yokuşlarını yorgun çam ağaçlarının avuttuğu
ege coğrafyasının pastoral manzarasına
döndüm adını söylemeye varamadığım o sokağa
bir cama ve cana kasteden ne varsa
kırılmışlığımla kaldım o sokakta
biraz da o sokağın adıyla yazıyorum bunları sana…
ah bir matem havasıdır ki bitmez
I.
aşk diye sayıkladığım o yolları
susarak yürüyorum artık
şehrin gürültüsü beni delip geçiyor
aklımın köşesinde duruyor her an
bir kaldırımın kenarına yığılıp kalmak
tonlarca yük gibi yükleniyor sırtıma
anlatamadığım şeylerin ağırlığı
şehir uyuyor ıslak gecenin karanlığında
sokak lambaları fersiz
bir yerinden dahil olsam diyorum şu hayata
aylar oldu huzurumdan oluşum
beynimin içeriside anlamlandıramadığım
aşılmaz bir sis bulutu
gözlerim dalıp dalıp gidiyor o günlere
o günler ki- kaybettiğim huzurumu
benden uzaklara kaçıran
II.
kime neyi mırıldansam ki?
kime nasıl kussam içimdeki zehri?
o zehir ki- öldürmekten beter olan
bir kez şu yastığa kafamı rahat koysam
bir kez şu sigarayı keyfine yakıp içsem
onunla da avunacağım
gülüşümde bir neşe vardı eskiden benim
kendimle yüzleşmeye korkuyorum artık
suretimde gezdiğim şu sonbahar hüznünün
ve kurak toprakların çiçekleri olmaz bilirim
umarsızca kaybedilmiş bir şey gibiyim
ya ben kimseye yetemedim
ya da hep eksik bırakıldım
bütün aşklarımın geçmişi ve eskisiyim
yazmak düştü bana da bunları
enine boyuna yazmak
III.
yanılgılarımı sayıklayıp duruyorum niyeyse
yenilgimi kabullenmeyi çoktan geçtim
ah bir matem havasıdır ki bitmez
onaltı metrekarelik yalnızlığım benim
niye saklarsın bunca anıyı perdelerin ardında
bir eski kahkaha sesi bile duyulur bazı bazı
hayalle gerçeğin arafında
uykumun tam ortasında
ah bir matem havasıdır ki bitmez
onaltı metrekarelik yalnızlığım benim
ben -ki şu duvarlarının dibinde
doğmamış çocuklarımı öldürdüm
sevdiğim kadını da
sonra birlikte gömdüm toprağa
anasız bırakmadım onları
ve oturup da o mezarın başına
saatlerce ağladım