Filmin isminin Hayaletler olması karakterlerin varla yok arasında olmasından kaynaklı… Hayatın içinde varla yok arasındayız.
İsmail Afacan / Evrensel Gazetesi, Azra Deniz Okyay Röportajı

Azra Deniz Okyay, İstanbul’da elektriklerin uzun süredir kesik olduğu bir günde ve dansçı olma hayali kuran Didem, kentsel dönüşüm fırsatçısı Raşit, belediyede temizlik görevlisi olarak çalışan İffet, çocuklara gönüllü olarak sinema dersleri veren Ela’nın yollarının kesiştiği bir distopyada, tam 83 dakika boyunca gayet kişisel ve bir o kadar toplumsal hayaletlerini üzerimize salıyor. Altın Portakal’dan En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Kurgu, En İyi Yardımcı Kadın ve En İyi Yardımcı Erkek ödülü olmak üzere toplam beş ödülle dönen film, Kazablanka Film Festivali’nden En İyi Yönetmen ve En İyi Kadın Oyuncu, Varşova Film Festivali’nden ise Bulgaristan, Romanya ve Polonyalı sinema yazarları tarafından oluşturulan Genç Uluslararası Sinema Yazarları Örgütü jürisince En İyi Film ödülüyle döndü.
Film, bu kadar tanıdık ve sıradan hayatlara odaklanmasına rağmen ilk andan itibaren izleyici üzerinde etkileyici bir atmosfer kurmayı başarıyor. Kendi karanlığını bizzat kendi ayarlayarak ve anlatmak istediklerini izleyiciyi hesaba katmadan anlatarak, izleyici üzerinde zararsız ve faydalı bir dikta rejimi kuruyor. Filmin ilk dakikasından itibaren insan, bu dikta rejimine maruz kalmak gibi bir isteğe kapılıyor. İyi ki Azra Deniz Okyay’ın dikta rejimi, o fayda gözetmeyen dikta rejimlerinden değil diye düşünmeden edemiyorum. İstanbul ve oyunculukların abartısızlığı, yönetmenin kendinden eminliğiyle birleşince, karşımızda hikaye anlatmanın en büyülü tarafını buluyoruz; gayet sıradan insanların, çok sıradan yaşamları.

Öyküde herkes, -hepimiz gibi- para bulmaya çalışırken, kişisel tecrübelerinin ışığında bu hedefe farklı yollardan yürüyorlar. Karakterlerin en az yürüdükleri yollar kadar ütopyaları da farklı. Didem dans ederek hayatını kazanmak isterken, protesto hakkını kullananların videosunu çekip Terörle Mücadele’de çalışan arkadaşına vermediği zamanlarda kentsel dönüşüm fırsatçısı olan Yeni Türkiye aşığı Raşit ise televizyon denen mobilyada canlı yayına çıkıp ev satmak istiyor. Türkiye’de yaşayan insanlar olarak çok da yabancısı olmadığımız şekilde, ütopya hakları devlet güvencesiyle ‘saklı’ tutularak, karşılarında kapı gibi bir distopya buluyorlar. Bu distopya tüm karakterleri bizzat inandıkları şeylerin altında bırakarak karanlığa gömüyor. Bu karanlık, sabah olduğunda ya da elektrikler geldiğinde aydınlanacak bir karanlık da değil üstelik.
2014’te yazmaya başladım Hayaletler’i ve soluksuz çalıştım. Her gün yeni bir kaosun yaşandığı ülkemde kendi jenerasyonumun yaşadıklarıydı projeyi şekillendiren.
Merdan Çaba Geçer / Bantmag, Azra Deniz Okyay
…
Post-truth kavramını yıllardır yaşamaktan, bütün konuşmaları ve yazılanların altında yatan fikirleri algılayan bir jenerasyonuz artık. Bu kadar önemli kelimelerin sürekli havada uçuşmasının anlamlarını yitirip başka konulara kaydığını düşünmekteyim ve asıl tehlike de burada. Çok fazla şey yaşıyoruz ve algımız da törpülenmekte. Elektrik kesintisi bir metafor, ancak 2015’te bunu gerçekten de yaşadık ve bazılarımız bunu hatırlamıyor bile. Şok doktrini de ilgimi çekmekte. Kaos sırasında oluşan başka sorunlar ve bunları bazı kelime ve ifadelerle başka tarafa çeken hükümetler…

İzlerken “ev satın alalım almasına da acaba önce elektrikler mi gelse?” sorusunu sormamı sağlayan film biter bitmez odadan çıkıp, toplumun yeniliğe kapalılığını cesurca haykıran ve açıkça hiçbir otorite tanımayan Hayaletler’i oldukça geç izlemiş olmanın hüznüyle salona doğru yürüyorum. Neyse ki sadece dünden geç, çünkü yarından erken…