
KÜRESELLEŞMEYE ANLAMACI BİR BAKIŞ
Yazarlarımız Negri ve Hardt küreselleşmenin modern sonrası ve kolonyalizm sonrası bir evre aslında bir biçimlenme olduğunu söylüyorlar. Özellikle emperyalizm kavramının artık yeterli bir açıklayıcı kavram olmadığını düşünüyorlar. Onun yerine sınırlardan öte, sınırların dışında ve üstünde tüm dünyayı saran bir küreselleşme fikrini imparatorluk olarak adlandırıyorlar. Bu fikrin ortaya çıkışını ise Roma İmparatorluğunu işaret ederek açıklıyorlar. Çünkü Roma farklı birçok şehri çok büyük bir coğrafyada içinde barındıran bir imparatorluktu. Aristokrasi de vardı, oligarşi de. Bunların hepsini yıllarca içinde barındırmış ve çok büyük bir coğrafyaya yayılmıştı. İşte bu yüzden günümüz küresel iktidar biçimlerinin de böyle olduğunu savunuyorlar. Bauman, küresel iktidarların yerel siyasetten farklı olarak dijital bir biçimde ağlar üzerinde gezdiğini söylüyordu. Aynı şekilde Negri ve Hardt da İmparatorluk kitabında merkezi olmayan, merkezsiz bir küresel iktidarın varlığından söz ediyorlar. Ve bunun postmodern bir durum olduğunu söylüyorlar. Çünkü modern iktidar biçimi ulus devler özelinde şekilleniyordu ve sınırlarla ayrılıyordu.
Modern dönem: zaman ve uzam kopuktu. Çünkü ulus devlet sınırları katıydı.
Geleneksel dönem: çok büyük imparatorluklar zaman ve uzamın iç içe olduğu bir coğrafyaya yatay bir biçimde yayılıyordu.
Postmodern dönemde ise sınırların olmadığı ya da geçirgen ve aşınmış olduğu bir dönemden bahsetmek mümkün. Yazarlar, emperyalizm kavramının vadesinin dolduğunu çünkü onun topraklar ve sınırlar özelinde belli Avrupa ülkelerinin uyguladığı bir şey olduğunu söylüyorlar. Dolasıyla emperyalizm, modern bir şeydir. Toprağa ve sınırlara dayalı bir hegemonya biçimidir. Emperyalizm bir coğrafyaya ihtiyaç duyar. O coğrafyaya ve elinin uzandığı bütün uzak coğrafyalara hükmetme biçimidir. Bu bakımdan emperyalizm Bauman’ın tabiriyle “uzak diyarların efendileri ”dir. Post kolonyal dönemlerde bu ülkeler artık o toprakları terk ettiler.
Şimdi olan nedir?
Şimdi olan merkezsiz bir iktidar biçimidir. Yazarlarımızın deyimiyle yaşanan çağ, Amerika merkezli bir küreselleşme çağı değildir. Bunu reddediyorlar. Onlar için bu çağ “tek merkezli ama çok kutuplu” bir çağdır. Yani yaşanan şey bir küresel iktidardır ve adı da imparatorluktur. Bunu klasik imparatorluk biçimlerinin büyük coğrafyalara hükmetmesinden yola çıkarak söylüyorlar. Ama onlar her ne kadar büyük coğrafyalara hükmetmişseler de yazarların söylediği manada bir imparatorluk değildiler. Günümüz imparatorluğu herkesi içine alan tek bir merkezi olmayan hatta merkezsiz olarak adlandırılacak bir iktidar biçimidir. Bu imparatorluk bir tüketim imparatorluğudur. Yaşam biçimlerinin tüketilmesi, bir haklar söylemi imparatorluğudur. Yazarlar kitapta bunu somutlaştırmak için Birleşmiş Milletler örneğini veriyorlar. Ulus üstü ve ulus aşırı bir yapılanma olarak BM ulus devletlere rağmen ve onları aşan biçimde, tüm dünyada hüküm süren bir kurum olarak karşımıza çıkıyor.

BM’ler gibi yapılar acaba ulus devletlerin sonunu getirmek için mi var?
Hayır, BM gibi yapılar ulus devletleri yok etmek için değil aksine küresel imparatorluklar için bir çeşit evrensel vatandaşlık fikrine dayalı olarak ortaya çıkıyor. Hepimiz için aynı olan, kutsal olan ve aynı anlama gelen, tözsel, insani, fikri şeylere vurgu yapan bir kuruluşlardır bu yapılar. Ve ulus devletlere de ihtiyaçları vardır. Çünkü ulus devletler, böylesine evrensel ve küresel bir mesajı uygulamak için seçilmiş olan bekçilerdir. Dolayısıyla bunları gözetlemesi için de imparatorluk fikri ortaya çıkar. Tam da bu yüzden yazarlar imparatorluk fikriyle dünya vatandaşlığını anlatıyor. Hepimizin tabii olduğu bir insanlık durumunu, küresel bir sistem olarak ulus devletleri rafa kaldırmıyor birer bekçi olarak kullanıyor. Uygulayıcı olarak ulus devletleri kullanıyor. Birleşmiş Milletlere rağmen ulus devletler bugün hala yok olmadıysa şayet bunlar pratik sebeplerdendir. Dünya halklarının idare edilişi ve sınırların belli olması açısından ulus devletlere olan ihtiyaç ortadan kalkmamış ancak rolü değişmiştir. Daha büyük bir şemsiye altında yemi kabilecilik yaklaşımlarıyla ulus devletler küçülecektir. Nitekim AB uygulamasında birkaç büyük devlet dışında pek çok ulus devlet vardır. Bariz biçimde büyük olanlar ise hantallaşmaya başlamıştır. Bu küresel imparatorluk evresi 21. yüzyılın postmodern dünyasıdır. Bu evrede ilginç bir biçimde halen 1. Dünya ve 3. Dünya arasında git geller gözlenmektedir. 1. Dünya gelişmiş batılı devletleri, 2. Dünya komünist sosyalist biçimleri, 3. Dünya ise Afrika’nın, Güney Amerika’nın ve bazı İslam ülkelerinin içinde olduğu bir dünyayı anlatıyor. İmparatorluk bunlar arasındaki geçişi mümkün kılarak melez yapıları parlatmaktadır. Artık ne geleneksel monizm ne de düalizm söz konusudur. Artık karşımızda plüralizm vardır. Yani çoğulculuk.
Bir yandan tek bir dünya devletini anlatan küresel imparatorluk; homojenliği, tek tipleştirmeyi ön plana çıkarır görünüyor öte yandan ise çoğulculuğu, melezleşmeyi ve heterojenliği içinde barındırıyor.
Merkezsiz dünya siyaseti başlarda ütopya gibi görünse de şu an vardır ve dünyamızın gittiği nokta siyasetsiz siyasettir. Çokluk fakat bilinçli bir çokluktur. Yani bugünün merkezsiz dünyasında çoğumuzun aynı şeyi düşünüp algılayabildiği, yaşayabildiği bir çokluk âleminde var olabiliriz. Bu çokluktan kasıt belki de siyaseti yeniden çağırabilmektir. Herkesin insanlık durumunu işaretleyen bir çokluk haliyse tek merkezin, tek odağın, tek kutubun olamadığı bir total durumdur. Yani bütüncüllüktür.
Negri ve Hardt imparatorluk kelimesini kurulmuş bir gerçekliği anlatmak amacıyla kullanmışlardır. Kitapta bahsedilen imparatorluktan kasıt küresel bir imparatorluktur. Yani merkezsiz hepimizin içinde olduğu bir gerçeklik halidir. Merkezsiz, hepimizin içinde olduğu, bir yere kaçamadığımız ve vatandaşlarının da bir şekilde iletişime dayalı kurguyla donanıma sahip olduğu bir imparatorluktur. Modernlik bize iyi yurttaşlık bilgisi sunuyordu. Kitapta bir küresel yurttaşlık fikri var. Bunu anlatırken bir yandan da bir takım direnç noktalarını es geçmiyorlar.
Kitaptaki en önemli konulardan biri ise; disiplin toplumu ve kontrol toplumu ayrımı (biyoiktidar ve biyopolitik üzerinden disiplin toplumundan kontrol toplumuna geçişi anlatıyor)
Disiplin toplumu: modernliktir. Modern toplum disiplin toplumudur. Disipliner bir anlayış kazanmıştır. Modern toplumun alt başlığı özgürlük ile cezalandırmadır. Modernite bizi geleneksel toplumun tanrıya zincirlenmiş halinden kurtararak, tanrının yerine bireyi, vahyin yerine aklı koymayı denemiştir. Fakat tanrının yerine bireyi koymayı denerken öyle bir açığa düşmüştür ki modern toplumdaki birey, aydınlanma sürecinde ortaya çıkan korkunç bir belirsizlik hali ile karşılaşmıştır. Bu birey tanrısız bireydir. Peki bu birey nereye bağlanacaktır?
Bu korku o dönem filozoflarında endişe yaratmıştır. Korkulara karşı alınan tedbir disipliner bir toplum yaratmayı da beraberinde getirdi. Modern birey ise özgürlük için çıkılan yolda tanrı korkusundan özgürleşirken, kendini bir anda toplumun ve kurumların zincirine bağlı bulmuştur. Disiplin önceden yazılı olmayan kurallarla her bireyin içinde bulunan geleneksel otoriteyken bir anda yazım kuralları ile beşeri hukuka bağlanmıştır.
Modern toplum= kurumsal toplum= disiplin.
Panapticion bir disiplin toplumudur. İnsanların bedenleri üzerinden disipline edilişi geleneksel toplumla başlar, modern toplumla devam eder. Disiplin toplumu kişinin beyni ile uğraşmaz. Kişinin bedeni üzerinden tahakküm oluşturur. Bu tahakküm disiplin toplumudur. Biyopolitika ve biyoiktidarda ise yavaş yavaş postmodern ve kontrol toplumuna geçiş yapılıyor. Çünkü postmodern bireyin üst düzey bir bilinçlenme hali vardır. İletişim, bilgi ve enformasyon toplumunda yaşıyor. O bireyi sadece bedeni ile kontrol altına almaya kalkarsanız isyan göreceksiniz. O zaman biyopolitikayı geliştireceksiniz. Yani insan bedeniyle insan ruhunu daha da çok insan beynini kontrol altına alacaksınız. Yaşadığımız çağda (zamanüstü) bireyleri kontrol etmenin tek yolu beyinlerini kontrol etmektir.
Kontrol toplumu: gönüllü ayartılma toplumudur. Yani seçeneklerin tahakkümü altındayız. Seçememe gibi bir şansımız yok. Seçmediğimiz zaman toplum bizi yok sayıyor. Eğer ki tüketmiyorsan yoksun demektir. Küresel kontrol toplumu dediğimiz o sınıf, zamana hükmediyor. Bizi sürekli sistemin içinde tutmaya çalışıyor. Ağırlıksız bir hükmetme alanına sahip. Kontrol toplumu, disiplin toplumundan farklı olarak bizi aklen, ruhen ve her şeyiyle etkisi altına alıyor.
İmparatorluk= küresel kontrol toplumu.