İnsan, suya çakılırken Ahmet Erhan okur

Yazan: Furkan Halil Kurtkan

1958’de Ankara’da doğan Ahmet Erhan, Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı mezunudur. Şair olmadan önce Adana Demirspor’da futbol oynamış, Adıyamanspor maçında rakip sağ bek tarafından kaval kemiği kırıldığı için futbolu bırakmak zorunda kalmıştır. İlk şiirleri, 18 yaşındayken Militan Dergisi’nde yayınlanır ve ilk kitabı olan ‘Alacakaranlıktaki Ülke’ kendisi 23 yaşındayken basılır. Bu kitap ona prestijli bir ödül olan Behçet Necatigil ödülünü (1983) kazandırır. Bir iddaya göre bu ödül töreninde Edip Cansever, Ahmet Erhan’ın omzuna dokunup “evlat ne çok bahsetmişsin, çok gençsin oysa, kimden öğrendin ölümü?” diye sormuş, Ahmet Erhan da “sizden öğrendim üstat!” diye cevaplamıştır.


‘Bugün de ölmedim anne’ dizeleri sebebiyle, ‘anneci’ olarak görünse de kendisi ‘babacıdır.’ Röportajlarında babasından çokça bahseden Ahmet Erhan, yine bir röportajında babası 51 yaşında alkolden ölünce, babasından içicilik bayrağını devraldığını fakat ondan çok yaşamak istediğini söylemiştir. Yine başka bir röportajında bir gece babasının gözlerinin iyi görmediği için kendisinden ona kitap okumasını rica ettiğini, babasına ciltlerce Rus edebiyatı ve klasikler okuduğunu, daha sonra babasını küçük puntolu bir gazeteyi okurken yakaladığını, babasının ona okuma alışkanlığı kazandırmak için yalan söylediğini söylemiştir.


80 dönemini yakından yaşayan şair, dizelerinde bu dönemleri şovenist bir tutumla yazmadığı için pek vitrine çıkmamış olsa da, şiirin putlarla kaplı şahşahalı koridorlarının tersine gitmeyi sevenler için ceplerinde halka açık güzel acılar biriktirmiştir. Cebindeki tüm adresleri yitirişinin sebebi bizim için bu acıları, kükürt sarısı bir karanfilin içinde saklamasıdır belki de. Hiçbir kavrama ait olamaması turuncu akşam yangınlarının aranan sokak adı olma isteğine ket vursa da, şair olmanın ömrüne büyük zarar verdiğini bile bile şiirler yazması o sürekli düşündüğü ölüme kafa tutmaktır. Ölüm ve Ahmet Erhan demişken, şu dizeleri atlamak olmaz:

“bugün oturdum ölümü düşündüm 
kirli, acı bir su gibi yürüdü içimde 
dokunduğum, gördüğüm her şeye sindi 
ürperdim, korktum ve biraz şaşırdım 
bugün oturdum ölümü düşündüm 
yağmur altında ya da karanlıkta 
bir başıma kalmış gibi. 
sevgilim böylesine alımlıyken 
güz kuşlarının güneye doğru akıp gideceği yol 
iyice belirmişken gökyüzünde 
onarırken, sararken hayat 
çocukların incinmiş gülüşlerini 
artık her park yeri bir apartman inşaatı 
her sokak bir otomobil nehriyse de. 
bugün oturdum ölümü düşündüm 
soğuk camlara dayayarak yüzümü 
kuşağımın acısını, kefenlenen gençliğimizi 
yaşayan ya da artık yaşamayan dostları 
bugün oturdum ölümü düşündüm 
örterek yüreğime kara bir tülü. 
bugün oturdum ölümü düşündüm 
kapkara bir gece penceremi dalarken 
öleceğini bile bile karşı koymanın onurunu 
yiğitliğin, özverinin, sevginin 
arkadaşlarımın yüreklerinden çıkan özsuyunu. 
bugün oturdum ölümü düşündüm 
bir darağacında ya da yolda yürürken 
bugün oturdum ölümü düşündüm 
yirmi yaşında ve hayat bu kadar güzelken”


Ölümü, su içmek gibi bir ihtiyaç olarak gören Ahmet Erhan, şiirlerinde ölümden sıkça bahsetmiştir. Ona göre bedensel ölüm, yaşamın sona ermesinden öte, sanki güzel yaşadığına dair bir ayindir. Bir şiirinde tek yasal sloganın “tek yol ölüm” olduğunu söyleyen yazar, konu ölüm olduğunda biraz Platon’cu görünür. Bu konuda herhangi bir söylemi bulunmamasına karşı, Ahmet Erhan’ın ölüme bakışını Platon’un ruh anlayışından bahsetmeden tam olarak anlayamayız. Platon, hocası Socrates’ten aldığı destekle ruhun özünün, maddesel dünyamıza değil, ebedi dünyaya bağlı olduğunu ortaya koyar. Ruhun gerçek ve sonsuz olduğuna inanan Platon, bunu bilimsel olarak kanıtlamaya çalışmıştır. Platon’a göre ruh, geçici olarak herhangi bir bedene yerleşir, o beden fonksiyonlarını yitirdiğinde ise oradan ayrılır ve ebedi dünyada yaşamaya devam eder. Ruhun kendi kendine haraket ettiğini, kendi kendine haraket eden bir şeyin de başlangıçsız ve sonsuz olmak zorunda olduğunu söyler. Ahmet Erhan şiirinde de sürekli bedensel ölümden bahsedilmesi, fakat bu bedensel ölümün salt umutsuz bir geceden değil, ılık rüzgarların estiği bir bahar günü, güzel bir sevgilinin yanından anlatılması bize ne yapılırsa yapılsın ruhun özgür olacağına dair çok uzaklardan atılan bir işaret fişeğidir. 

Bir çiçeğin nasıl açacağını en iyi bilen ‘ölümsüzün’ bedensel ölümün pençesinde bu kadar debelenmesi, ruhunun içinde bulunduğu sisten midir bilinmez fakat günümüzde insan, köprüden suya doğru çakılırken Büyük Ekspres’in büsbüyük şairi Ahmet Erhan’ı okur, bacaklarından başlayarak.

Next Post

Kutsal Ruh Kim* Pastoral Senfoni

Cum Kas 8 , 2019
“Ağlamak isterdim. Yazık ki kalbimi bir çölden daha çorak hissediyordum.” Bir yerlerde cam kenarlarında buğulu havaya bakarak geçmişini veya geleceğini anlamlandırmaya çalışan zihinlere ışık tutuyor pastoral senfoni. Gözlerimizin önüne serdiği sergiden etkilenmemek pek mümkün değil. Herkesin bir yerlerde karşısına çıkacağını beklediği o güzel anların içerimizde sıkışıp kurtarılmaya mahkûm olduğunu kapsıyor […]

ÖNE ÇIKANLAR