
bu yazı mahallemizin manavınadır.
beyaz kamyonetinin kasasına doldurduğunun karpuz, muz ve elmalarına layık olamadığımı biliyorum. en son senden ne zaman karpuz aldığımı bilmediğim halde verdiğim her selamdan sonra; “bir günde karpuz al be, selam selam aç kaldık burada, eve para lazım, selam selam nereye kadar dostum” diyeceksin diye çok korkuyorum. ama karpuz yüreğinin hakkını vererek, aleyküm selam ile beni karşılıksız bırakmayıp, belki bir gün karpuz alacaksın ama ne zaman’lı bakışlarını eksik etmiyorsun benden. aslında hangi bakışı atsan, ne desen haklısın. çünkü selamla ev kirası ödenmiyordu veya daha büyük karpuzlar dizilemiyordu kasaya.
hatırlıyor musun?, bir gün senden karpuz aldığımda, bıçakla üçgen bir şekilde karpuzu kalbinden yaraladığın yetmezmiş gibi, bir de o yara parçasını bıçağının ucuna takılı bir şekilde bana uzatıp, tatmaz mısın yeğenim demiştin. bende tereddüt etmeden, bıçak ucunda uzatılmış olan üçgen karpuz yarasına kafamı uzatarak bir ısırık almıştım. gayet güzeldi karpuz kardeşimiz. sonra bir şey olmamış gibi üçgen yarayı tekrardan karpuza monte edip, yara üst tarafta kalacak şekilde karpuzu poşete yerleştirerek bana uzatmıştın o kanlı poşeti.
hatırlıyor musun?, kamyonetin yolun yarısını kapladığı için bazı otomobiller birbirine çarpıyordu ve sen de kamyonetini alıp kaçıyordun. mahalle o gün karpuzsuz kalırken, üst mahalleye satıyordun rızkımızı.
belki de bundandır nakitlerimin selama dönüşmesinin sebebi. çünkü “tamam anne sen dur, ben alırım karpuz” diyerek bin bir üşengeçlik ile evden çıkıp geldiğimde kamyonetinin durduğu yere, ne sen oluyordun, ne de karpuzların. ya kaza yapmış arabalar oluyordu, ya da bir zabıta arabası. kaçmış oluyordun ve hayallerimi yıkmaktan öte üşengeçliğimi kırmamın karşılığı olacak bir karpuzdan ediyordun ailemizi.
bıçak ucundaki üçgen karpuz yarasından ısırıklar almam için, biraz daha zamana ihtiyacım var anlayacağın.