Kış Uykusu

Uzun zamandır izlemeye vakit bulamayıp sıraya koyduğum filmleri, şu karantina günlerinde izleme fırsatına kavuşabiliyorum.

İzlemeye başladığım filmlerin üzerinden birçok yorumlar geçmiştir. Ben bunlara kapılmadan, kendi gündemime odaklı kalarak, kendi tecrübem ve bakış açımın kısıtlığında, yeni izleyebilmiş olduğum “Kış Uykusu” filmini yorumlamaya çalışacağım.

Emekli bir tiyatrocu olan Aydın, Kapadokya’da işletmiş olduğu, babasında kalan otelde, arasının bozuk olduğu karısı Nihal ve boşandıktan sonra yanlarına taşınan kız kardeşi Necla ile yaşamını sürdürmekte. Bu üç insanın birbirleri ile sürtüşmeleriyle geçen günlerden sonra, İstanbul’a gitmek isteyen Aydın, kararından vazgeçerek, yakın köydeki arkadaşında bir gece geçirip tekrardan otele geri döner.

Bu süreçte yaşanan bazı olaylar, kültür birikimi yüksek insanlar ile kültür birikimi az olan insanlar arasındaki makasın ne kadar açık olduğunu kanıtlayan örnekler sunuyor bizlere.

Beyin Fırtınası

İlk olarak her sabah kahvaltıda, Necla, Nihal ve Aydın’ın, fikirler, düşünceler üzerine yaptıkları tartışmalarla, bir fikre üçünün de sunmuş olduğu farklı yorumlar, her tecrübenin kendi sonucunu doğurduğunu gösterir nitelikteydi. Bu üç insandaki fikir taşması, beynin ne siyasetle meşgul olmasına, ne de gündelik mevzular ile boğuşmasına imkân sağlıyordu.

Bu başlığı daha da açmak gerekirse, Necla, bir sabah kahvaltıda, kötülük yapmak isteyen insana alan bırakılması gerektiğini, kötülüğünü yaptıktan sonra pişman olabilmesine imkân tanınmasını gerektiğini savunur. Ancak bu şekilde insanın gerçeği, doğruyu bulabileceğine inandığını söyler. Aydın bu düşünceye hiç olumlu bakmaz. ‘Ne yani, adam beni öldürmeye gelecek, eline bıçağı ben mi vereceğim?’ tarzında yaklaşımlarda bulunur. Aydın ile Necla arasındaki bu iletişim genel olarak bu tarz çatışmalar üzerinde hep devam eder.

Nihal ile Aydın arasındaki ilişki ise daha farklıdır. Mutsuz bir evlilikleri vardır ve Aydın, Nihal’e her türlü parasal imkânı sağlamasını bazen koz olarak kullanarak, Nihal’in yapmak istediği girişimleri, aklına yatmamasını öne sürerek engel olmaya çalışır. Bu süreçte, Nihal’in okullara yardım için, derneklerden tanıdığı, çoğunluğu erkek olan arkadaşlarını otele çağırıp, toplantı yapması ve bu toplantıya Aydın’ı dâhil etmemesi, Aydın’ı son derece kıskançlığa sürüklemiştir ve bu yardım işinin resmiyete dökülmesinde eksikler olabileceğini düşünerek, Nihal’e engel olmaya çalışır Aydın. Toplantı bittikten sonra gece, Nihal’in odasına girip, bu yardım işinin takibinin kendisinin yapmak istediğini belirten Aydın, Nihal’e ait olan tüm yardım belgelerini, büyük ve uzun süren kibirli bir tartışması sonrası, Nihal’in tüm karşı çıkmalarına karşın alır ve odadan ayrılır. Bu tartışmada, Nihal, kendi dünyasını kurmaya çalıştıkça Aydın’ın müdahale etmesinden yakınır. Aydın ise, yine parasal olarak sağladığı desteği kullanarak, yardım bağışlarında çıkabilecek bir aksiliğine engel olabilmek için, adlarının kirlenmemesi için müdahale etme isteği duyduğunu dile getirir.

İşin özüne inince, fikir ayrılığı yaşayan, anlaşamayan ve aralarında sevgi eksikliği bulunan karı kocanın tartışmasına tanık oluyoruz. Özde olan bu tartışma, toplumun farklı düzeylerinde, tecavüz, cinayet, darp ile sonuçlanabilecek bir potansiyele sahipken, bu kültürel düzeyde, bu tarz eylemlere ihtiyaç duyulmadan, fikir çatışması, tartışma ile şekillenip, sonuca en kötü ihtimalle diktatörlükle bağlanabiliyor.

Eski tiyatrocu Aydın değil de, yoksulluk ve eğitim eksikliğinde büyümüş Hasan olsaydı o gece karısının odasına tartışmak için giren, karısına sözünü geçiremediğini, baskın olamadığını düşünüp, eksik sevildiğini de hissederek, duygularına yenik düşüp, karısını ya darp ederdi, ya da tecavüz ederek, güç eksikliğini bu şekilde giderebilmeye çalışırdı.

Ama odaya giren Aydın’dı, Aydın’ın tecavüzü ise Nihal’in bedenine değil, fikrine, inancına ve emeğine olabilirdi. Sonunda utanç ve şevk eksikliği doğuran bu iki tecavüzden, bedene olmayanı, daha kolay tamir edilebilecek ve hatta insanı geliştirebilecek düzeydeydi.

Tartışma sonrası, elinde bağış kağıtları ile odasına giden Aydın, işin içinden çıkamayıp, farkında olmadan Necla’nın ‘kötülüğe izin vermeliyiz’ görüşüne uyarak, Nihal’e kağıtları geri verir ve, istediğini yapmanı daha uygun buluyorum, tecrübe etmeni istiyorum, hatta ben de bağışta bulunuyorum diyerek, para dolu zarfı Nihal’in masasına bırakıp odadan ayrılır. Bu tartışmanın başında aslında Nihal’de ‘kötülüğe izin vermeliyiz’ görüşüne uyarak, Aydın’ın kendisine müdahale etmesine karşı kolay pes etmeyi seçmişti.

Taşra Dili               

Tabii bu kültürel seviye, onların, taşra insanları ile aralarında bir bağ kurmasına yardımcı olamıyordu. Kitaplardan, aldıkları eğitimlerden edinmiş oldukları bu hazine, şehirdeki dost meclislerinde, sosyal ortamlarında hayatlarını kolaylaştırabilecek ve bir seviyeye çıkarabilecek etkideyken, taşra insanı ile bir bağ kurabilmek için hiçbir fayda sağlayamadığını, bu bağ için hayat tecrübesinin, insan tecrübesinin de gerekli olacağını gösterdi bana.

Aydın’ın, babasından vefatından sonra, babasının kiracılarından alınan kiraların, oteldeki yardımcısı ve avukatlar ile takip etmesi, kirasını ödemeyen bir aileyle, bu yolla iletişim kurarak, çözüm araması, kendisini o aile ile ters düşürüyordu. Evine haciz gönderilmiş olan aile son derece kızgın, ailenin küçük çocuğu ile kin doluydu. Aydın’ın bulunduğu arabanın camına taş atarak, kinini gösteren evin küçük çocuğu, bu durumun en büyük kanıtı niteliğindeydi. Kiracı, Aydın ile görüşmek için otele geldiğinde, durumu izah edip, biraz daha tolerans sağlanmasını istediğinde, avukatların bu süreci takip ettiğini, ve yardımcısının bu işler ilgilendiği söyleyerek, kurumsal bir dil ile taşra insanına yaklaşan Aydın, merhametten uzak bir duruş sergiliyordu ister istemez. Bunun sonucunda da, Nihal’in, Aydın’ın o gece vermiş olduğu bağış parasını, bir gece gidip, kiracılarına yardım etmek amacıyla vermesi, kiracısı tarafından tepkiyle karşılanmıştı.

Mağdur olan aile ile duygudaşlık ve merhamet bağı kurarak çözüm aranması, işlerin bu boyuta gelmesini engelleyecek en büyük etken olabilirdi. Bu eksikliğin, yetersiz olan hayat /halk tecrübesi olduğunu düşünüyorum. Etrafımıza baktığımızda, eğitim seviyesi yüksek olan insanların, inanca, umuda yani duygulara daha az bel bağladığını görebiliriz. Ama kültürel olarak kendini geliştirememiş insanların rehberi hep umut, inanç, yani duygularıdır. Duygularıyla yol alan bir insan ile iletişim de o düzeye yakın bir seviyede yapılması, duygularına zarar vermeden yapılması gerektiğini çıkarım olarak alabiliriz.

Next Post

Büyük Mutluluk Otogarı

Sal Nis 7 , 2020
uzaktan gelen yakınınımetrodan almak diye bir mutluluk var bu hayatta.onun valizini yüklenmekteki mutluluğu bir ayrı,eve giden yolda, evin telaşından bahsedilen mutluluğu bir başka ayrı.misafiri eve getirdiğinde, evdekilerle kucaklaşmasında sanki onları sen kavuşturmuşsun mutluluğu…o çok daha başka bir ayrı. o akşam yemeği ne güzel olur da, ne güzel gülünür.“çocukları bırakın oynasın.”“karışma […]

ÖNE ÇIKANLAR