
sana güller getirdim
dikeni olmayan, solmuş, rengini yitirmiş ve kırılmış güller.
üzüm topladım son bağ bozumunda, kan rengi şaraplar getirdim.
adın geçti çok türküde bildim hepsini.
bildim de demeye çekindim.
yoruldum, eskidim, yüreğim son koşusunu yaptı bugün.
ben yabani bir at gibi oradan oraya koşuşturdum durdum.
hoyrattım. yenildim lakin ölemedim.
annem bekliyordu nehrin öte kıyısında,
annemin yüzünde sevmeyi gördüm.
-düştüm de tekrar kalktım yaşamaya
sonra sana bir masa hazırladım.
erguvan çiçekleri serdim üzerine.
yahuda’nın kanından daha mordu hepsi.
karşımıza isanın çarmıhını astım. ama isayı ben asmadım.
bileklerim ölmeye dünden razıydı sevgilim.
adınla çizdim damarlarımı. kanım durdu.
-yeni bir isim konuldu yaşamaya.
ben neden kendimi irrasyonel üzdüm? anladım.
hep birlikte fakat çok da yalnızken yediğimiz bu son akşam yemeğini o da görsün istedim.
isa çekindi bu fikrimden.
bir kez daha korktu ihaneti görmekten.
bilseydi öpemezdi onu judas.
ah judas.
isa neden ölmedi? anladım.
bu kez leonardo değil tanrı resmetti yemeği.
en büyük müzelerde sergilendi ihanet.
havarisi oldular, sevdiler, öptüler meryem’in oğlunu yanağından
ve nihayet
-yeni bir mesih bulamadılar inanmaya.
hani hepimizin yaratıldığı o endişe,
o bilinmezlik, bilinememezlik
anladım ne zaman ölürmüş insan, ne zaman susar. en mutlu olduğu an da neden kusar.
hani judas’ın isa’yı öptüğü gün sevgilim,
sonradan ölmedi isa.
bizimse akıbetimiz bilinmiyor.