Bu sabah yine çalmayan telefonuma uyandım. Küfretmedim. Gittikçe naifleşen kalbimi ne kadar acıttığını andım yine, yeniden. Bugün kendimi yüce biri gibi düşündüm. Hayatında hiç sevmemiş her kadına kucak açan, sevmeyi öğretip onları bir güzel paketleyerek onları hiç bırakmayacakları yeni aşklara yolluyorum. Ne güzel yetenek değil mi! Kalksın sana gelsin ilk sevdikleri adam ol ama hiçbir zaman son sevilen kadın olama. Belki de bu benim yüceliğim değil, lanetimdir.
Playlistte Kenny Rogers ve ben yine küçük evimde yalnızım. Dışarıda yağmur var. Hava soğuk.
Merhaba. Ben siyah adam. Evet, bu benim hikayem. Her düşüşümde bu defa ilkmiş gibi kalktım ayağa. Ve en baştan sevdim insanları, hiç canım acımamışçasına. Cennet çok uzak, ben dünyayı cennetimmiş gibi yaşamayı seçtim. İşte bu yüzden, her fırsatta gülümsedim insanlara.
Yeni insanlar, yeni hayatlar, yeni hikayeler, limon ağaçları ve kelebekler… Hepsini çok sevdim.
Şimdi siz bu satırları okurken, ben kareli pijamalarımı giymiş, evimde roman okuyor olacağım.
Hepimiz 18 yaşında, ellerimizde birer bavul, bilmediğimiz bir hayata doğru çıktık yola. Şimdi, bambaşka bir yol ayrımı var önümüzde. Geride dönüp baktığımızda hayatımız boyunca bizi gülümsetecek anılar, önümüzde yepyeni bir hayat, yeni maceralar. Ama artık, bu yol bizim yolumuz. Çünkü artık, düştüğümüzde nasıl kalkacağımızı biliyoruz.
–
Elimdeki Çalıkuşu kitabı hakkında düşünmeye başladım. Bir çok kez okumuştum.Bundan 3 yıl önce ilk kez okumuştum o yaramaz kız çocuğunun koskoca ülkeye sığmayıp taşan aşkını.
Ve son satırlara geldiğimde kitapta, göz yaşlarımı tutamamıştım. Böyle sonsuz bir aşk, ancak böyle sonsuz bir arayışla taçlandırılabilirdi. Feride ne kadar kaçtıysa, Kamran o kadar aramıştı onu.
Çalan telefonumun sesiyle kafamı kitaptan kaldırdım. Geçen gün zorla telefon numaramı alan kız arıyordu. Sesi kapatıp, masanın üstüne koydum telefonumu.
Balkona çıkıp, gözlerimi kapattım. Bu defa, nefes almak değildi ihtiyacım olan. İstedim ki, bir rüzgar essin, ve içimde kalan ne kadar artık varsa temizlesin.
Dönüp kendime baktığımda, çok kalabalık orası. Hatırlamıyorum bile, kimi seviyorum ben, kimin gülüşüne kandım, kime inandım en fazla? Hatırlamıyorum bile.
Geç bir farkına varış benim ki, ama ziyanı yok. Ben sevilmek istemedim ki, ben sevmek istedim, delice sevebilmek. Bu yüzden, ne var ne yoksa bana aşk masalı yazmaya yarayacak, biriktirdim de biriktirdim. Giderek ağırlaştı içimde bir şeyler, giderek uzaklaştım asıl ihtiyacım olan şeyden. Göremez oldum, ne önümü ne de geride bıraktıklarımı. Sonra, sonra birden bitti yol.
İçime dönüp baktığımda, onca kalabalık arasında, tek bir prenses bulamadım masalıma. Öyleyse nedendi bu boş kalabalık? Birini gerçekten özlemek, gerçekten sevmek, acısını hissetmek öylesine uzaktaydı ki bana, özgürleşme zamanı gelmişti.
Bir sigara yaktım. Şimdi bir kaç dal hafifliyor içimdeki acı. Bir kağıt, bir kalem ve bir sigara. İşte bu, hayatımın anlamı!
Odamdan kağıt ve kalem alarak, tekrar çıktım balkona. Betona oturup, yazmaya başladım.
”Bunları yazarak birilerinin bileklerini kesiyorum. Ki onlar o bileklerle bende olan yarayı kapatmayı çalıştılardı. Ama benim ki kan kaybıydı. Azar azar, çaktırmadan ve hafif ağrılarla ölüyordum. Ölüyordum. Bu saatten sonra ne toprağıma su vermek, ne gübrelemek ki buna bok atmak diyoruz biz ne de her saatte bir okşanmak bir işe yaramayacak. Ağır, aksak ve düzenli adımlarla öleceğim.”
Sigaramı söndürüp, balkonun bir kenarına fırlattım.Temizlemek istemiyordum. Çünkü sigaralara anlam yüklüyordum.
Kağıdı alıp, odamdaki saksının yanına koydum. Dolabımdan siyah tişörtümü çıkarıp, giydim. Altıma bir kot pantolon giydim.
Saçlarımı tararken, kafamda kırılan lanet tarağa bir küfür edip, sigara paketimi arka cebime koydum ve evden çıktım.
Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm ve durdum. Ayaklarım, yürümekten vazgeçti, dudaklarım sustu. Yavaşça başımı kaldırdım yerden. Burası çok tanıdıktı. Öylece, baktım sadece.
Ellerim ceplerimde, hiç acele etmeden o mis gibi taze kış kokusunu içime çekerek ilerliyordum, her nefeste yenilenmeyi ümit ederek.
Etraf iyice kararmıştı, yağmur geliyordu. Bunun çok boş bir uğraş olacağını bilmeme rağmen, adımlarımı hızlandırdım. Sığınacak hiçbir yerim yoktu yağmur indirdiğinde, kaçamayacağımı bilsem de içimde kaçabilmeye dair bir umutla yine de hızlandım. Bir iki dakika sonraysa beklenen oldu. Yağmur bir anda indirmişti.
Önümde, benden başka yağmurdan korunmaya çalışan biri daha vardı. Koşa koşa gitmeye çalışıyor, fakat önünü göremiyor gibi yürüyordu. Öyle güzeldi ki.
Tam düşmek üzereyken kolundan tutunca, bir süre göz göze geldik.
”Kimsin sen?” dedi.
”Hayatının kıyısından geçip giden biri. Sen kimsin peki?”
”En beklenmedik anında hayatına girdiğin biri.’
‘Sessizlik oldu.Yavaşça tuttuğum kolunu bıraktım. Bu defa kendimi tutamayıp ben bozdum sessizliği.
”Neden önüne bakmadan gidiyorsun, neden kaçıyorsun?”
Gözlerim,gözlerini sorgular gibi bakıyordu. Usulca cevapladı.”Yağmurdan.”
Bir an güldüm.
”Peki, nereye kaçabileceğini zannediyorsun?”
Gözlerini kaçırdı.
”Bilmiyorum, ama mutlaka sığınabileceğim bir yer vardır buralarda.”
Sessiz kaldım. Suratımdaki ifadesizlik onu korkutmuş olmalı ki konuşmaya devam etti.’
‘Yok mudur?”
Kafamı hayır anlamında iki yana salladım. Dehşete kapılmış gibi etrafa bakınmaya başladı. Bense, sakince ona bakmaya devam ettim.
Gözlerime şaşkınca baktı.”Islanacağız?”
Sakinliğimi koruyarak cevap verdim. ”Zaten sırılsıklam değil miyiz?”
Derin bir nefes aldı ve gülümsedi.”Eee ne yapacağız peki şimdi?”
”Dans edelim.” diyerek elimi uzattım.
Şaşırdığını o kadar belli ediyordu ki.”Dans?”
”Daha iyi bir fikriniz var mı küçük hanım?”
”Hayır, yok. Zaten yağmurda dans etmekten başka ne yapılır bilmiyorum.”dedi uzattığım elimi tutarken.
Onu tutup kendime çektim.
”Ben biliyorum.” dedim göz kırparak.’
‘Öyle mi? Neymiş?”dedi gülümserken.
”Sırılsıklam aşık olunur.”