
Uykusuz gecelerin birinde insanları Napolyon’lar ve böcekler olarak ikiye ayıran Raskolnikov, uzun süren düşüncelerin sonucunda kendisininin dahi olduğuna karar verir . Annesinin gönderdiği harçlıklarla yaşamaya çalışan beş parasız bir hukuk öğrencisiyken, annesinin iki ay harçlık gönderememesi sebebiyle Radion Hukuk Fakültesinden ayrılmak zorunda kalıp bazı aile yadigarlarını tefeci kadına rehin vererek ondan faizle para alır. Tefeci kadının fakir halkı sömüren biri olduğunu düşünmekte ve eğer onu öldürürse çevresinde yaşayan sefaletin son bulacağına inanmaktadır. Aslında yaptığı plan çok nettir, bir Napolyon olarak böcekler kategorisine soktuğu tefeci kadını öldürerek, onun paralarını çalacak, bir kısmını fakirlere dağıtacak, dünyayı da bir böcekten kurtarmış olacaktı. ‘Her şey sistemden kaynaklanıyor’ diyerek açık bir şekilde sistem karşıtlığını ortaya koyan Raskolnikov, bir akşam bodrumdan baltayı alır. Bu esnada çan sesi duyulur. Bu çan sesi tanrının ‘yapma’ deyişi midir? Ya da Raskolnikov’un ‘her şey sistemden kaynaklanıyor’ derken kastettiği; insanlığın oluşturduğu toplumsal sistem değil de, bizzat inançlar ve dinler tarafından oluşturulan tanrısal bir sistem midir?
Yolda komşusuyla karşılaşmış ve komşusu kendisine ‘açsa kendisine çorba gönderebileceğini’ söylemiştir. Fakirler için cinayet işlemeye giderken karşılaştığı bu durum onu daha da cesaretlendirir ve bir halk kahramanı olacağını düşünür.
Tefeci kadının alt katındaki evin boyanıyor olması da Raskolnikov’u durduramaz. Kapıyı çalar, tefeci kadın kapıyı açar. İyice sarıp sarmaladığı kutuyu rehin vermek için tefeci kadına uzatırken, Raskolnikov’un titreyen elleri ve sararmış yüzü tefeci kadının dikkatini çekmiştir. Raskolnikov, tefeci kadına ‘günlerce aç kalsaydınız, siz de sararırdınız’ diyerek cevap verir. Tefeci kadın rehin aldığı kutuyu açmaya çalışırken Raskolnikov arkadan yaklaşır ve baltayı tefeci kadının kafasına indirir. Tefeci kadın oracıkta ölür. Raskolnikov tefeci kadının kesesini alır ve etrafta değerli bir kasa aramaya başlar. O sırada tefeci kadının kız kardeşi içeri girer. Raskolnikov aynı baltayla onu da öldürür. Suçsuz olduğunu düşündüğü tefeci kadının kardeşini öldürmek zorunda kalınca, sinir krizi geçirir. Neden yaptığını sorgulamaya başlar fakat ‘dahi’ Raskolnikov buna da bir cevap bulur, eğer tefeci kadının kardeşini öldürmeseydi polis onu kıskıvrak yakalayacaktır. Kendi kendine konuşarak baltasındaki ve ellerindeki kanları temizler.

Raskolnikov ismi, raskolnik’ten gelir, bu da ‘ayrılıkçı, bir grubun içinde olan fakat o gruba ait olmayan’ gibi bir anlama sahiptir. Bazıları Raskolnikov’un bir şizofren olduğunu, bu sebeple önce tefeci kadını öldürüp, ardından pişman olduğunu söylüyor. Fakat Raskolnikov’un yaptığı tüm eylemlerde sonuçları tam olarak hesaplanamamış da olsa can sıkıcı bir bilinç ve kesin bir farkındalık vardır. Yaptığı kan dondurucu planda vicdan’ı unutsa ve arada türlü gelgitler yaşasa da, Raskolnikov’u hikayenin başında da sonunda da aynı noktada görürüz. Aslında teslim olarak basit bir takas gerçekleştirmiş, teslim olmadan önce özgür olan bedenini verip teslim olmadan önce tutsak olan ruhunu özgürleştirmiştir sadece.
Müthiş bir egoya sahip olan ve en kutsalı arayan Raskolnikov, duygularından arınmış, mantıklı ve soğuk görünür. Fakat ilk cinayetini işlediği andan itibaren duygularına esir olan, düşüncelerini istediği yöne yöneltemeyen birine dönüşmüştür. Cinayet mahaline dönüp oradaki boyacılara ‘burada kan vardı, sildiniz mi?’ sorusunu sormak gibi kendinden beklenmeyen aptallıklar yapmaya başlar. Geceleri sayıklaması ve başka bir iş için gittiği karakolda bayılmasını da buna ekleyebiliriz. Aslında Alyona İvanovna cinayetini kendi içerisinde bir zemine oturtmuştur fakat onun kardeşini öldürmek zorunda kalması onu epey hırpalamıştır. Bu da toplumsal ahlakı pek önemsemediğine ve öyle görünmese de fakirlik gibi maddesel şeylerden etkilenen biri olduğuna işaret eder. Entelektüel sebeplerle tasarladığı bu cinayetin, spontane bir şekilde ‘panikle ve can havliyle’ işlenmesi basit bir teori-pratik farklılığı değil elbette. Dostoyevski burada daha çok ilk insandan itibaren süregelen tasarlanmışın kutsallığına taş atmış ve o kutsallığın kafasını yarmayı başarmıştır.
Suç ve Ceza bir Dostoyeski romanıdır, dolayısıyla Raskolnikov’un suçunu, hayat kadını olan Sonya’nın ayaklarına kapanarak itiraf etmesi, ve bu itirafta bulunurken Sonya’dan Lazar’ın Dirilişini okumasını istemesi bir tesadüf değil elbette. İncil’e göre Meryem ve Marta’nın köyü olan Bertanya’da hasta olan Lazarus, hayatını kaybeder. İsa haberi alır ve havarileriyle birlikte oraya doğru yola koyulur. Lazarus’un ölü bedeni tam dört gündür bir mağaradadır ve mağaranın girişi büyük bir taş ile kapatılmıştır. İsa, o taşın oradan kaldırılmasını söyler. Taş oradan çekildikten sonra İsa, ‘Baba beni işittiğin için sana şükrediyorum. Beni her zaman işittiğini biliyordum, ama bunu çevrede duran halk için, beni seni gönderdiğine iman etsinler diye söyledim’ der ve ardından yüksek sesle ‘Lazar, dışarı çık!’ diye bağırır. Ölü, elleri ve ayakları sargılarla bağlı, yüzü peşkirle sarılmış olarak dışarı çıkar. İsa oradakilere, ‘çözün onu, bırakın gitsin’ der. Ve Lazarus’u dirilterek bir mucizeyi gerçekleştirmiş olur. Romana dönecek olursak, Raskolnikov’un suçunu itiraf ederken Lazar’dan bahsetmesi tıpkı Lazar gibi ikinci bir şansı hakettiğini düşündüğüne işaret etmektedir. Fakat pratikte bunu Sonya’ya anlatmaktadır ve onun bir peygamberi, dolayısıyla ikinci bir şansı yoktur. Bu yüzden Sonya’nın ayağını öpüp ‘Senin değil, acı çeken tüm insanlığın önünde eğildim’ der.

Yazıldıktan yıllar sonra bile üzerine çok şey söylenen bu başyapıtın etkisi sadece edebiyat alanıyla sınırlı kalmamıştır. 19 yüzyıl sonlarında Rusya’daki anarşist ayaklanma döneminde not defterleri üzerinde balta figürü görülmeye başlanmış, zamanla bu figür ‘Halkın Öcü’ isimli hayali bir örgütün simgesi haline gelmiştir. Anarşi düşüncesinden yola çıkıldığında bu hayali örgütün amacının çözümlerin bir parçası olmak istemediği aşikar, aslında onlar sorunlarını ilkel bir şekilde Raskol’un baltasıyla kesip atmak istemekteler. Günümüz Rusya’sında ise ‘Raskol’un baltası’ bir deyim olarak kullanılmaktadır. Bu, kendilerine yapılan şeyi haketmediğine inanan insanların kullandığı bir deyimdir ve Rusça ile ilgilenen devlet yetkililerin muhtemelen konforlarını korumak için Raskol’a pek hak vermediklerini gösterir.
Dostoyevski suç ve cezanın arasında kalan bir karakter olan Raskolnikov’u yarattığında işlerin buraya geleceğini tahmin etti mi bilinmez fakat nasıl Raskolnikov’un yaşadığı dönemde dahi olmadığını anlaması onun hiç hazır olmadığı bir cezadıysa, kim bilir belki de bizim de gerçek anlamda tanrısal adaleti sağlamak için bir balta edinmeye ihtiyacımız vardır?