patris

Başlayıp da

Arkaya dönüp baktığında koskoca bir hiçlik
görüyorsan, yaptıkların veya yapamadıkların için
pişman oluyorsan, yer veriyorsan kursağında bir
yerlerde olan keşkelere olgunlaşmışsın demektir.

Tüm hatalarını kabullenmeyi biliyorsan, hayat senin
olmanı istediği yere seni parasını ödenmiş bir fahişe gibi
fırlatmıştır çoktan. Gözlerinle görmek istediğinde bazı
gerçekleri ne kadar çabalasan da göremiyorsan hayat
seni küfür etmeye zorlamıştır inceden.

Küfür etmeye, bağırmaya, ağlamaya ve boğazındaki
düğümlere düğüm eklemeye.

Şayet bağımlıysanız acı çekmeye, nihayetinde
alıştıysanız bu duruma işiniz olabildiğince zor.
Kaybetmek büyük bir eylem. Büyük ve kabullenmesi en
zor olanından. Yaşadıklarınızdan ders alıp bir adım öne
gitmek yerine kaybetmeye alışmak sizi olduğunuz
yerden bir adım olsun ileriye götürmemeye yeminlidir
adeta.

“Ama her yemin bozulur ölünce.”


Dipte, en dipte olduğunuzu düşündüğünüz de
bile hala anlamsız bir şekilde dibi boyluyorsanız eğer
yeterince dipte olmadığınızın farkına varmanız çok uzun
sürmez. Çok geçmeden yediğiniz kazıklar karşısında
bağışıklık kazanacağınız zamanlarla karşılaşmış
olursunuz zaten. İnsanların size tepki olarak kuracağı ilk
cümle “değiştin” den farklı bir sözcük olmayacaktır
sonrasında. Ama onların bilmediğini siz biliyor
olacaksınız. Ölümün size şah damarınızdan daha yakın
olduğunun gerçeğini ve değer bilmenin aslında ne kadar
önemli olduğunu mesela .

Tehditler savurur hayat, ölümle tehdit eder bizi. Bu
bizim canımız üzerine bir tehdit olmasa da
sevdiklerimizi ile sınar bizi.

Korkarız. Hiç beklemediğimiz anlarda kavuşturur yine
birilerini toprakla. Tanrı yanına aldı deriz kendimizi
avutmak için. Gittiği yere kadar yaşar insan, ölümse son
değil ucu olmayan bir başlangıçtır mesela.


Allah kahretsin diye başlanan her cümlenin sonunda
mecburiyet vardır.

Bağımlı olmayın hiçbir şeyin için hiçbir şeye.

Bir kadına,

Bir adama,
Bir gülüşe, bir çift göze mesela. En yakınınız gibi
gördüğünüz, anneniz, babanız, ağabeyiniz, kardeşiniz
veya her kimse ölmüşse eğer, sevdiğinizde o insanın
şefkatini aramaya başlarsınız. Kaçın oradan.

Bilin ki batıyorsunuz istemsizce.

Kış günü gördüğünüz açmış bir papatya gibi sevinirsiniz
onun yanında, size zarar vermeyen tek canlı olarak
görürsünüz onu. Yanlış. Siz kimi daha çok severseniz
Tanrıdan onu sizden alması uzun sürmez.

“Beni tüm mecburiyetlerin içine sürüklediğin için
minnettarım sana, baba.”


Dört tarafınıza ördüğünüz duvarları günü gelince
yıkmak istediğiniz de, her ördüğünüz tuğlayı kaldırırken
ciğerinizi bırakacaksınız oraya. Dayanabilirsen
özgürsündür.

“Geleceğiniz ciğerlerinizden daha karanlıksa
kaybedecek çok fazla şeyiniz kalmadığını bilin.”


Ben bunları söylerken kendi hayatımda çokta icraat
gösterdiğim söylenemez. Ben yaşadıklarımdan ders alıp
bir çift göze yenilenlerdenim. Karşımdakinin göz göre
göre kalbimi kırdığını anladığımda sevginin bazı
gerçeklerin önüne geçemediğini anladım. Beni
sevdiğine inandığım insanlara hiç görüp bilmediğim,
başkasından da öğrenemediğim baba şefkati ile
yaklaştığım için kaybettim hep.

Kendime defalarca yalan söyledim ama söylemedim
ona, küfredilmeye değmeyecek insanlara söverken
ağzımı açamadım mesela. Sanki son kez bakıyormuşum
gibi baktım ölümün ensemde biteceği gün o gün olur
diye. “Paramı değil hayallerimi harcamıştım ona.”


Kafamın güzel olduğu zamanlarda bile bir saniye
olsun çıkmayan şeyler vardı aklımdan. İçip sızdıktan
sonra bile rüyalarda hatırladığım şeyler.

O rüyalardan kurtulmak için nelerimi vermezdim ki?
Her gece 05:40’ta uyanıp etrafıma korka korka bakıp
Tanrıyı aradığım zamanlardan kurtulmak için her şeyimi
verirdim.

“Söylesene Tanrım şu an kafama taktığım her şeyi
bir gün sikime takmadığımda mı kazanacağım ben?”


Sanırım vazgeçmem lazım artık.

Vazgeçemediğimi düşündüğüm her şeyden. Her aklı
olduğunu zannettiğim canlıyı insan yerine koymaktan.
Düşünmekten, üzülmekten, zorba hayatın zorba
düzeninde düzülmekten.

Vazgeçmem lazım artık, beni bunları yazmaya mecbur
bırakan tüm gerçeklerden.


İnsanlar bencildir oğlum, kendi çıkarları için
satabilirler bile kendilerini.


Sevgi bencillik aramaz, ne yaşarsan yaşa beklemez
senden gösterebildiğinden fazlasını. Sevgi mantık
aramaz, düşünmeden de sever insan yeter ki
düşünmediğin her saniye için pişman olma sen. Sevgiyi
sevmek olmaz çünkü elbet bir gün küfredeceğin
zamanda gelir.

Sayfalar dolusu yazdığım yazıları bir kıvılcıma kurban
ettiğim zamanlarda anlamıştım bazı şeyleri.

“Kimilerimiz tanrıya kul olurken kimilerimiz kül
oluyoruz.”


Belki de seçmek elimizde. Benim seçmeye şansım
olmadı Tanrım. Yerleştirildiğim yerde yerleştirdiler
nihayetinde. Söylenen en büyük yalanın bir parçası
olarak hayatlarına devam eden insanlar var.
Mutlularmış. Mutlu olmak için düşünememen lazım bir
kere. Ya hep çocuk kalmalıydık ya da ölmeliyiz bir an
önce.


Nakavt olduğun anlarda ayağa kalkmam güçlü bir insan
olduğumdan değildi hiç. Sadece kalkamazsan
düşünmem gereken “bu güne kadar boşuna mı geldim”
olurdu. Kalkmam lazım ve bu tamamen mecburiyetten.
Beni mecbur bırakanlara kin tutmadım ama sevmedim
de.

“Bir fotoğraf karesinin en belirgin kısmında
görebilirsin mecburiyeti, en ince detaylarında sadece
hüzün saklıdır çünkü”


Zaman bıraka bıraka götünü kaldırdık oğlum. Artık o her
şeyimizi bıraktığımız zamanda bencilleşti. Neyi zamana
bıraktıysam bırakıldım. Artık yorgun göz kapaklarımın
dinlenmeye ihtiyacı var sanırım.

Bazı zamanlar psikopat bir ruh hastası gibi davranırken
bazı zamanlar ise daha günah işlememiş bir insanmışım
gibi davranıyorum. Bu değiştiğim anlamına gelmez.

“Kimse değişmez oğlum, değiştiğini düşünür. Çünkü
bilir ki değişirse bir şeyleri kazanacak.”


Sevdiğin insanların yokluğunu, en çok istediğinde
olmayışını fark edince kafana saksı gibi düşen fikirler
çıkıyorlar ortaya. Özlüyorsun anılarını, sevişini,
gülüşünü hatta gidişini.

Gelmesi için onca dua ediyorsun Tanrıya yalvarıyorsun
adeta onca hata yaptıktan sonra.

Özlemin doruklarına vardığında,

Gözlerin ağlamaktan kan çanağı olduğunda,

Küçükken dizini yaraladığındaki morluğu yakaladığında
gözaltlarında,
Uyuyabilmek için ve sonunda mutlu uyanabilmek için
içtiğin ilaçların dozunu arttırdığında,

Cebindeki tüm paranı seni sakinleştirdiğini düşündüğün
sigaraya verdiğinde,

“Dön bir bak arkana. Değer mi? Değdi mi? Tekrar
değecek mi?


Arkanızda kirli bir geçmiş bıraktıysanız benim gibi elbet
bir yerlerden çıkacak sorunlar boy gösterir, boyunuzu
zaman zaman aşar bile. Geleceğinin geçmişine bağlı
olması adaletsizliğin en büyüğü.

“Adaletin olmadığı bir dünyaya doğmak, doğarken
ölmekten beter.”


Gereğinden fazla güven vermek karşındakinin kaybetme
korkusunu azaltır oğlum, yapma. İstediği gibi davranır.
Gider, gelir nasıl olsa bilir senin gidemeyeceğini, yapma.
Gidemiyorsan bile yerinde durmayı öğrenmen
karşındakine korkuyu salar.

Gitme, adımda atma artık.

Öylece dur yerinde. Öylece bekle. Beklemek daha
yorucu elbet. Sen bekle. Çünkü insanların hatalarını
anlamaları çok uzun sürmez. Biraz bekle.

“Sen beklenmeye değer en güzel şeysin sevgilim, ama
beni bekletirken ki ayıbını silemezsin hafızamdan.”

Lanet olsun!

İnsanların, kendilerine bile söylemeye korktuğu
gerçekler vardır oğlum. Sanki bu gerçekler yokmuş gibi
kandırırlar kendilerini. Hiç yokmuş gibi bakarlar ve bu
durum altından kalkılmayacak bir hal aldığında,
seviyorum dediği insanı bile hiç ederler hiç olmamak
için.

“Hiçlik” gariptir. Var mı? Yok mu? Bilinmez. Sadece
hiçtir o. Hiç olmak için hiçtir. Hiç olmak mı koyar adam
olana, hiç etmek mi? Delikanlılığa sığmaz oğlum. Hiç
olmamak için hiç etme kimseyi.

Hiç yoktan hiç oldum.

Hiç yoktan hiç, yokken yok olmak gibi.


Var olduğumu hissettikten sonra beni yok olduğuma
inandırdılar. “Sen sen ol, hiç olma. Gerekirse piç ol
ama hiç olma.”

Mesele biz olmakken hiç olmayı seçenleriz biz.

Hiçlikten doğup piçliğe gidenler.

Giderken dönmeyi aklından çıkaranlarız. Aklını
kaçıranlarız.

Çünkü bir aklımız olsaydı eğer sevmezdik. Severek
harcamazdık kendimizi.


Özlemek suçsa en büyük suçu kendimi özleyerek
yapıyorum ben.

Çünkü seni özlemek suç değil intihar.Kaç kez intihar
eder insan bilir misin? Kaç kez acı çekmek için ölmek
yerine yeniden doğar? Alışkınız biz. Alıştırdılar bizi
kaybetmeye.

Şimdi kazanmak için uğraşacak mecalimiz kalmadı.
Eğer bir gün kazanırsak bizde. Kazandığım her şeyi seni
severek kaybetmeye hazırım. Dedim ya aklımızı
kaybettik çoktan.

Ondan bu rahatsızlık.

Bazı gerçeklerin önüne bende geçemedim.
Kalbimi koydum ortaya, yetmedi. Sabrımı koydum,
yetmedi. Tavrımı koydum, yetmedi. En son ciğerlerimi
koydum ortaya, şimdi ciğerlerim aydınlık bir sokağın tek
karanlık köşesi ve ben o sokağın sonundayım, çıkış yok.

Bazı yollar vardır oğlum. Bu yollara girmek, inanç ister.
Sen, o yola girerken tüm heveslerini kucaklayıp girersin.
Tüm duygularını, serzenişlerini, terk edilişlerini. Zamanı
gelmeden o yoldan çıkmak istersen, tüm heveslerinle
girdiğin yolun, her metresine hayal kırıklıklarını
bırakırsın. Unutma, o yoldan sağ çıkarsan, ki o biraz
zordur, kavuşursun özlem duyduğun her bir şeye.

Ben, o yola girdim bir kere, kucakladıklarım arasında
heveslerim değil de hayal kırıklıklarım vardı. Seçme
şansım yoktu ama ölme şansım vardı. Dönme şansım
yoktu ama bu güne kadar yanmışken, tek nefeste sönme
şansım vardı. “Bazı yollar uzundur, hayat kadar kısa
değil.”


Başlayıp sonunu getiremediğim her şey için, pişmanım.
Bazılarını, sonunu getirmeye değer olmadığını
anladığımda bıraktım. Geriye kalanların ise sonunu
bildiğimden, gücüm yetmedi.

Ben yenildim oğlum. Hayatın tüm kahpeliklerine karşı
ayakta durmayı başardım da bir çift göze yenildim. Bir
cümle söze, bir tel saça yenildim. Bir kez olsun yenilmek
koymadı da her yenilişimde Tanrı’ya yaptığım ayıplarım
koydu. Her yenilişimin sonunda yapılmayacak son şeyi
yaptım. Beni bu güne kadar dinlememiş, dinlese de
anlamamış, anlamaya çalışmamış birini Tanrılaştırdım.
Özür dilerim Tanrım.

Oysa sen, öyle misin?

Konuşmazsın bile, sorgulamazsın hatta. Dinlersin, karşı
çıkmazsın. Anlatmaya korktuğum şeyleri ağzımdan
çıkmadan anlarsın. Oysa ben ayıp ettim. Özür dilerim
Tanrım. Ben yenildim. Hep yeniktim.


“Kaybedecek son şeyinizi kaybettiğiniz de
sığınırsınız, öncesinde aklınıza bile gelmeyen
Tanrı’ya. Ben sevdiklerimi affettim, sen beni affetme
Tanrım.

Kadınlar farklıdır oğlum, farklarının bilinmesini
isterler çoğu zaman. Erkeklerden bir adım önde olmak
mutlu eder belki de. Ama yanlış olan bir şey varsa, aşkta
ve sevgide eşittir ikisi de.

Sen birini seviyorsan ve sevdiğinin seni sevmesiyse en
büyük isteğin, bu aşk değildir. Seni sevmese bile, senin
yüzüne yüzüne vuruyor olsa bile sevmediğini, kafanı
kaldırıp bir kere baktığında lanet edemiyorsan, aşktır o.

Aşk, fedakarlık ister oğlum, bencillik değil. İlgi ister,
sevgi ister. Aşk, seni her defada öldürmek ister. Ancak
direnebilirsen eğer cümle aralarında geçirmelisin
“aşığım” kelimesini.

Aşk, eksik bırakır. Bazen tüm küfürleri aynı anda etmek
istersinde, edemezsin. Edersen eğer, bunun sebebi aşık
olman olmamalıdır. Eğer öyleyse, kendini kandırırsın


iliklerine kadar. Aşk, sevdiğin için yaptığın
fedakârlıkları yüzüne vurmamaktır mesela. Çünkü,
beklemediğin her seferde önüne serer sevdiğinin
hatalarını.

“Ne sevenler gördüm, sevdikleri için her zaman
sevmedikleri şeyler yaptılar.”

Geçmeyen şey yok derler. Kapanmayan dert
mesela. Kapanmayan dert yoktur belki de ama
kapanmayan yarayı çok gördüm. Hep kapanmak
zorunda değiller ya. Üstünü küçük bir yalanla örteriz
arada sırada. Bana yokluğun tercümesini yapın lan.
Biriniz de görmeden yaşanmıyor ama acısı da öldürüyor
diye bağırsın benim gibi.

Sen, kapanmayan yaram.

Dikiş tutmayan.

Sen, sarılmayan, silinmeyen, “ben buradayım ulan, hep
buradaydım” diye bağıran yaram.


Ben lal olmuşum hasretinden. Kül olmuşum da küllerimi
saklamışım gibi dönersen yeniden doğmak için. Seni,
döndüğünde yalnız bırakmamak için.

Sen, içimde ki çocuk,

o çocuğun mor dizleri,

sen, yine o çocuğun kurulması en güzel hayali,

bazen de aynı hayalin kırıklığı.

Bir gün bu gecelerde düşünürken sabaha
çıkamayacağımı biliyorum. Olsun. Çıktığım kadar
yaşıyorum. Çıktığım kadar taşıyorum sırtımdakini.
Karanlığın içine gizlenmiş insanlar var. Hissediyorum.


Buradalar. Hiç olmadıkları kadar yakınımdalar ama
dokunamayacağım kadar uzak.

Sen gibi sevgilim, üzerine gitmeye korktuğum,
korktuğum için öldüğüm, öldüğüm için ise o yoldan
döndüğüm geceler.

“Her gece aynı olmaz, biz sabaha çıkalım.”

Saat 03:22, sigaram az, söyleyemediklerim kadar çok
değil.

Bir bir gömüyorum söylemediklerimi söylediklerimin
yanına. Yarına devrediyorum hep. Kendimden
harcıyorum bazı zamanlar.

Sonsuz bir döngü.

Saat 03:57, sabaha çıkıyorum. Son sigaramı
yakmak ile yakmamak arasında gidip geliyorum.
Yakarsam eğer pişman olabilirim. Son olan her şeyin
küçükte olsa pişmanlığı vardır. Pişman değilim.

Sen benim “son” yenilgim.

“Uyuyamadığım her geceyi ben sabaha döndürdüm.
Her sigaramı sana yaktım ama kendimde
söndürdüm.”

Hayata tutunmak zordur oğlum, kaydırırlar
ayağını. Bunu yapan en yakının olduğunda tutunmaya
yemin etmek ile bir daha tutunmamak arasında kalırsın.

Bir şeylerin arasında kalmak en acısıdır. Aralarda bir
yerlerde kalmak. Var mısın? Yok musun? Bilmiyorsun
bile. Boşluktasın lan işte. Koskoca bir boşlukta ağzına
kadar dolusun. Ne içini dökebilirsin ne de boşluğu
doldurabilirsin.

Hayat zaten, bu tip insanları o boşluğa sürükleyerek yine
aynı boşluğu doldurma çabasındadır. Zevk alır bundan.
Hiç almadığı kadar.

İçini döksen boşluk dolar sıkışırsın. Dökmesen gözlerin
dolar ağlarsın. Ağla. O boşlukta sıkışmaktan iyidir.
İçinden atamadığını gözlerinden at.

“Bu işler böyledir oğlum. Ne kadar dolarsan o kadar
sürüklenirsin boşluğa.”

Psikolojim alt üst. Etrafımdaki insanların
acımasızlığına rağmen bir kere yanımda olmayışın, bana
cümleleri tamamlatmıyor. İçim içimi yemekte.

Korkuyorum içimde sen varsın.

Korkuyorum, uyuyamıyorum. Nadiren içim geçiyor.

Korkuyorum içimde sen varsın. Vazgeçemiyorum.

Korkuyorum. İçim senden vazgeçer diye.

Sol yanım soğuk. Bunun sebebi sadece sen
değilsin sevgilim. Soğuk, yaralarıma iyi geliyor. Sağ
yanım ılık. O tarafta ne yanıyorum ne üşüyorum.
Dengesizlik ciğerimi söküyor iki gözüm.

İçim alev alev ve orada sen varsın ama seni yakmaya da
üşütmeye de niyetim yok. Arada kaldım, çıkamıyorum
bu kafamda oluşan fikir ayrımlarının içinden. Beni orada
bırak, sen çık. Sen kurtul iki gözüm.

“Soğuk bile yapamadım ben üşütürsün diye.”

Her şey geçer oğlum, her acı biter, izleri kalır. En
mutlu anında bile o izleri gördüğünde, geçmişe dönüp
birkaç küfür bırakırsın.

Benimkiler farklı.

Babadan miras olarak kalan tek şey yara.

Hiç unutmam. Mutluymuş gibi gözüküp içten içe
sömürüldüğümü.

Hayat en kahpe sömürgecidir.

Kimseye belli etmiyorsun diye güçlü sanma kendini.
Yerse kendine belli etmesene. Hadi, yaşadıklarını
yaşamamışsın gibi devam et hayatına. Edemezsin. Ne
kadar kaçmaya çalışırsan çalış, geçmişinden
kaçamazsın. Sen benim yaptığımı yapma. Geçmişi
yazma, geleceğini yaz. Yazamazsın. Zaten yazılanda
budur kadere önceden.

“İnsan yaşadıklarından sorumludur oğlum,
yaşayamadıkları kadar.”

Kimse bir ciğer daha çürütmez sana sevgilim.

Hiç olmayan sevgilim.

Hiç sevgilim olmamış sevgilim.

Ne yaparsan yap. Ne kadar üzersen üz. Gönlünce kır
hatta beni. İçinden geldiği gibi yok et. Düşünmeden.
Zaten insanların da senden pek farkı yok. Gelen vurdu,
vurdu. Ama biri de desin ki “bir terslik var”. Sonra bir
rakı masasında anlatayım ben ona bilinmezlerimi. Kime
ve neye inanmak istiyorsa öyle inansın.

Ben bekledim. Birinin bunu söylemesini çok bekledim.

Sen bekleme.

Sen benim kadar bekleme. Anlaşılmıyorsun zaten hiçbir
zaman.

“Her sevdiğine sevgilim diyemezsin.

Biraz bedel ödemen gerekir hep.”


Sevgili sevgilim…

Ben cümle aralarına nokta koymayı bilmezdim. Ne
zaman bitti desem kapatsam bir defteri, kapatır kapatmaz
açılırdı en can alıcı yerinden. Şimdi ki noktalarım
mecburiyet.

Çok günahım var.

Gecenin belli saatlerinde aklıma gelenleri yazarım bir
köşeye.

Unuttuklarımı sayamıyorum bile.

Çok günahım var Tanrım. Benim elimde olmayan,
gerektiği yerde gerektiği gibi nokta koyamadığım
zamanlarda ki günahlarımı aklıma bile getirmek
istemiyorum.

Zaman beni ele geçirdikçe artan günahlarım.

Bir annenin yeni doğan evladına duyduğu sevgi kadar
büyük,

yine aynı evladına gösterdiği ilgi kadar çok günahım var.
İç çekişlerim kadar çok. “Hayırlısı”

Bitiyoruz.
Gitgide tükeniyoruz.
Kilitli olan duygularımıza inat.
Göremediğimiz aydınlığa inat.
Kavuşamadığımız özgürlüğe inat, ölmüyoruz.
Ölemiyoruz. Daha yaşanılacak acılar var.
Çekilecek dertler var.

Sayılacak günler. Korkulan günler var.
Yaşama tutunmaya çalıştığımız,
ama kırılan dallarımız var.
Her şey var. Mutluluk yok.
Huzur yok. Her santimetresini bildiğim yüzün yok
ellerimde.
Yüzüm yok. Hayata karşı çıkmaya. Direnmeye.
Yenilmeye.
Savaşmıyoruz ama ölmüyoruz da.
Korkularımız var, korkmuyoruz.
Sevdiklerimiz var, sevmediklerimiz.
Sevenler var, sevilmeyenler.
Görenler var, göremeyenler.
Kısacası, ölenler var, ölemeyenler, ölmeyi
beceremeyenler.

“Dünya dönüyor sonuçta, sen dönmesen de olur.
Gerekirse açarız bir büyük döndürürüz seni de.”


Farkında mısınız? Her geçen saniye geçmişte kalıyor.
Geçmiş geçmeye çalışırken ben benden geçiyorum.

Ya tanrım ben bile benden geçerken o neden benden
geçemesin ki? Dünya öyle bir yer ki ben seninle
ölebilirken sen benimle yaşamak bile istemiyorsun.

Ama ne diyelim sağ olsun canın, canım.

Havalar soğuyor git gide ama senin yerin bende hala
sıcak. Soğutamam orayı. Üşütemem seni.

Çünkü biliyorum sen yağmuru da çok seversin ama
ıslanmadıkça.

Unutma oğlum. İnsanlar yağmur gibidir.

Ne kadar ıslanırsan o kadar acı çekersin.

Dünya’da ne için varız? Sorgulandın mı hiç? Tanrı bizim
iyiliğimizi istiyorsa eğer bunca acı neden düşündün mü?

Ben düşündüm.

Tanrı eğer iyiliğimizi isteseydi bir şeyler yolunda
gidiyor olmaz mıydı? Her gün batımın doğup sabaha
karşı ölen insanların kanlarında mı vardı acaba bu
talihsizlik? Yoksa insan kendi adına verdiği kararları
Tanrı yıllar önce vermiş miydi?

Tanrılaştırdığım insanları, inandığımız Tanrı’dan ayıran
tek özellik yaşatmak mıydı? Çünkü öldürmeyi en
layığıyla yapıyorlardı o yalandan Tanrılar.

Herkesin Tanrısı kendisi miydi, yoksa Tanrının kendisi
herkes miydi?

Dur oğlum. Sen sorgulama bu kadar. Şayet sorgularsan,
bir süre sonra sorgulayacak bir beynin bile olmayacak.

“Tanrı yerine koyduğun kim varsa cezasını yine
Tanrı verecektir.”

“Bak oğlum intihar bir ölüm biçimi değildir. Çünkü
yaşamakta bir nevi intihar sayılır.”

Tırnak içine aldığım her cümlenin sorumlusu benim.
Yazdıklarım kurgu değil. Hayattan yediğim vurgun.

Beynimin her köşesine ayırdığım konuların bütünü bu
yazdıklarım. Genele bakarsan parça parça. Ee zaten
kafamda dağınık fazlasıyla.

Gözlerimin bile görmekten şikayetçi olacağı her olayı
yaşadım kafamda. Ayrılıklar, vazgeçişler,
mecburiyetler, ağlamalar, bağırmalar, sinir krizleri…

Ne diyebilirim ki hepsi benim suçum. Suçumun cezasını
ise sizler okuyorsunuz.

Bazen o kadar çok düşünüyorum ki. Her şeyi boynumun
kafamı taşıyamadığı anlar oluyor. Ve bu durum benim
aklımla kalbim arasında bir bağlantı bırakmadı oğlum.

“Her suçun bir bedeli var der şair, söylerken bile
düşünerek bedelini ödeyen tiplerden.”


“Beni en derinimden vuranlar bilsin ki. O derinliği
onlara açan benim. Beni vurmasına izin veren benim.
Yeni yaralara yerim kalmadığında beni, vurdukları
yerden vuracak olan, vurmakla kalmayıp
düşünmeden susacak olan, Sadece benim.”

“Kurak kalan sevgimize tohum ekmeyiz biz.”


29 Kasım Çarşamba. Saat sabaha karşı sınırlarını
zorluyor. Bu saatlerde ölüm kokuyor etraf.

Ve Kasım.

Aşkların başka olduğunun düşünüldüğü Kasım.
Bazılarına yas bazılarına yaş olan şehvetli Kasım.
Kimilerine acı kimilerine hüzün. Siz hiç bir ay boyunca
güneşin doğmadığına şahit oldunuz mu? 1 ay boyunca
ısınamamak nedir tattınız mı? Tatmayın.

Bazen bazı şeyleri hiç yaşamamayı dilersiniz. Bazen
bazı şeyleri tekrar yaşamak. Ama siz hiç bazen tekrar
ölmek istediniz mi? İstemeyin.

Bir ölüm fazlalığım var bu hayata. Hayatınsa bana bir
yaşam borcu.

Neyse ne be. Sen ölme oğlum gerekirse öldür. Ama
ölme.

Acın acımdır ve acıya hayli alıştım,

Şu bulutlar da gerçekler ve korkularım tanıştı.

Yorgun olup beklediğim duraklarım tanıştı.

Belki bir benim öpmediğim dudakların tanıştı.

Geriye sarış mı bu hayatın yaşattığı?

Gözlerimden yaş attığım da hayatın yaş attığı.

Bu hayata yaşlıyım. Melek olsam olmuyor.

Peki ya şeytan olsam hayatın taş attığı?

Bak oğlum, yaşın büyüdükçe acın da büyür. Yaranla
alay eden herkesi “siktir et”.


Saat 22:32. Minibüsün camından yansıyan yüzüme
bakıp ne kadar acınası olduğumu tartışıyorum kendimle.
Buyurun, sizde katılın.

Soğuktan buhar olan camdan bir karış silip gökyüzüne
bakıyorum sonra. Kaybettiğim benliğimi arıyorum.
Kaybettiğim beni. Bazen seni. Çoğu zamanda bizi. Hatta
geleceği tahmin edip kaybedeceklerime de göz
atmıyorum değil.

Kaybettiklerimi neden gökyüzünde arıyorum biliyor
musun oğlum?

“Çünkü kaybettiklerim gökyüzü kadar fazla.”

“Gökyüzüne hayrandın.

Gök, yüzüne hayran.”


Kaç kadehi senin adına kaldırdım bilmiyorum. Kalkan
kadehlerin hepsi sağlığa, dostluğaydı ortamda. Benim ki
sana. Eğer tanrıdan küçük bir ricam olabilseydi. Bu
sadece birazcık bencil olabilmekti. Biraz olsun kendimi
düşünebilmek belki mutlu edebilirdi beni. Biraz olsun
hüzün kaybolabilirdi belki. Göz bebeklerine kadar
ezberlediğim insanı görememek, duyamamak hani nasıl
diyeyim acıtıyor be. Kanatıyor kabuk bağlamış her
yaramı. Unutmak için sevmedik sonuçta değil mi? Bu da
bizim hiç kazanamadığımız imtihanımızdır belki de, ne
dersin? Çok kaybedip hiç kazanamadıklarımızdan.

“Unutma. Seni kaybettiklerinle değil, kazandıklarınla
kıyaslarlar.”

“Gidin söyleyin ben gidemiyorum ondan.

Yenmedim hiç kimseyi yeniliyorum ondan.

Deliriyorum ondan ayrı kalıp küsünce.

Olsun. Yaralarımı da kapatmıştım tütünle…”


Dünya ne kadar acımasız bir yer değil mi oğlum?

Ölümler, ayrılıklar, vazgeçişler, mecburiyet ve daha bir
çoğu. İnsanın isyan edesi gelmiyor değil. Sen etme. Hala
içinde biraz olsun umut varsa eğer isyan etme. Umudun
olduğunu unutma. Çünkü eğer unutursan, unuttuğun
umudun gibi hayatta seni, senin bile bulamayacağın bir
yerlerde unutabilir.

“Unutmayı unut, umudunu unutma.”

Hayatın seninle alay eder gibi oyun oynadığını
anladığında, bir şeylerin farkına varmak için biraz geç
olabilir. Sen geç kalma.

Çünkü kalırsan farketmediğin her ayrıntı için dibe
batarsın. O dipten çıkman için batman gerekmiyor mu
zaten? Hayatta böyledir oğlum, ne kadar dip o kadar acı.
Ne kadar acı o kadar hiç. Ve ne kadar hiç o kadar sen.

“ Canını yakan kadar yaktıran da önemliyse burada
biraz da suçlu sensin demektir.”


Can dediğine yanmadın mı sende? Kendi canından çok
sevdiğin seni kendi canından çok sevmedi değil mi?
Kendi kanından gördüğün seni kanı bozuk ilan etti
belkide. Ve ya canını kanına kattığın seni hayatına bile
katmadı. Bunlar tüm sorumlusu benim. Her gecenin bir
sabahı varsa eğer. Her suçun bir cezası. Benimde
sevilmemişliğim bu sebeptendir.

Beni, seni terketmeye mecbur bırakan her ayrıntının
Allah belasını versin ulan.

Söylesene nereye gidiyorum böyle. Ölüme mi ?
Sanmıyorum. Toparlanmam gerek oğlum. Bana
yardımcı olması gerekensin sen. Sana bunları
söylüyorsam eğer. Tüm açıklarımı, yaralarımı,
yenilişlerimi biliyorsan, beni kendime getirmeni
istediğim içindir. Şuan canım yanıyor. Canım’ da
yanıyor mu?

“TANRI ŞAHİDİM CANIM YANDI BENİM CAN
DEDİĞİMDEN. ÜZÜLMEMİN TEK SEBEBİ DE
BUYDU HER ZAMAN ONA BEN CAN
DEDİĞİMDEN.”

Sen ilkbahar gibiydin.

İlkbaharım, sonu olmayacağını düşündüğüm ilkbaharım.
Yapraklarını dökmeye yüz tutmuş ama direnen ilkim.
Sahi senin sonun da varmış, gördüm. Gözlerimin
gördüğü en hazin sondu sevgilim. Şimdi mevsimlerden
kış. Senin kırıntın bile yok ortada. Biliyorum varsın ama
şuan için yok. Biliyor musun? Şuan içim yok. Nasıl bir
biçimdeyim, bilmiyorum. 4 mevsimin yaşandığı ülkede
ilkbaharın mucizesine inanırdım ben. Anladım ki mucize
değil koca bir hüsranmışsın baharım.

“Baharın ilk’i son’u olmaz. Sen tüm benliğinle
mevsim ol.”

Bencilliğinin üzerin de olduğu sıralarda kaybettim
kendimi bulamamak üzere. Bulmak için çabalamadım.
Hatta benliğimi senle kaybettiğim için mutluydum o
sıralar. Anladım ki ben olmadan sen bir hiçsin. Ama sen
olmadan ben de hiç oluyorum sevgilim. Söylesene
hiçliğe giden durumumuzu neden piç ettin?

Boşuna hırpalamışım kendimi. Boşu boşuna kafamın
içindeki her soruya anlam aramışım resmen. Bunlar ne
için? Senin için mi? Yoksa düzeni olmayan hayatımın
olması gerekenleri mi bunlar? Öyle yıkıldım ki sevgilim.
Bu yıkılışı anlatmaya kelimelerim yetse de ben yetemem
ki artık. Ne o kelimeleri taşıyacak gücüm var. Ne de bir
yıkılış hikayesi daha dinleyecek gücün var senin,
benden.

“Güzel şeyler olmuyor değil. Mesela bir güneş daha
doğuyor, ama bir tek bana batıyor nedense.”

Nedenini aradığım her şeyin altından pişmanlıklarım
çıkıyor, deliriyorum. Nefes dahi alamayacak kadar
boğuluyorum beni ittiğin bu karanlığın içinde. Oysa ki
nefesimden daha çok yakındın bana.

“Bana nefesimden daha yakındın, ve sen sadece
bundan yakındın.”


‘‘Her çiçek açar elbet, yeter ki imkan verin.’’

İmkanım olsaydı eğer şuan kapına gelirdim. Evet
gelirdim, gelirdim ve delirdim ulan sevindin mi diye
bağırırdım her santimetresini bildiğim karanlık sokağın
başında. Ya sen? Sana imkan verseler. Yine hüsrana
uğratır mıydın beni? Yine ‘‘ Lanet Olsun’’ ile başlayan
cümleler kurdurturmuyun bana?

Menfaatlerinin üzerine kurmasaydın bazı şeyleri, ben bu
cümleyi yazıyor olmayacaktım belki de.

Sen benim belkilerim.

Sen benim sankilerim, keşkelerim.

Sen benim karar kılamadığım, ben senin zaman
bulamadığın.

Lanet Olsun’larım.

‘‘Ama bil ki; o gün gelecek ve beni öptüğün yerde
terkedicem seni’’ demek isterdim. Tabi ilk önce kendimi
bulabilirsem…


Bak baba, demiştim sana. Her şey güzel falan
olmayacak. Her güzellik haram, her güzellik yaram
sanki. Saatin bile farkında olamadığım zamanlarda senin
farkındayım baba. Beni bu kayboluşlar içinde tek
bıraktığın için minnettarım sana.

‘‘Yenilişlerime şahit olan insanlar bir bakıma şairdir
aslında’’


Şiirin iyisi kötüsü olmaz oğlum? Her adamın hayatına
bir şiir girer inceden. Her şiirin hayatına ise bir roman.
Gerekli olan o şiirin vurgularını iyi yapabilmeli adam,
tabi şiir ne kadar önem veriyorsa anlam bütünlüğüne.

Bana ne derseniz diyin kaçık, deli, psikopat, şair,
mecnun, mecbur, meçhul..vs

Ben onun gözünde hala bir hiçim vesselam.

‘‘Kendime yeminler ediyorum ve sebebi intikam
değil, koskaca bir intihar.’’


Her insan ibadet eder. Önemli olan neye ve nasıl
ettiğindir sadece. Kimileri Tanrıya inanır el açar,
kimilerinin Tanrısı paradır, göt yalar. Unutma oğlum.
Kimsesizleri Tanrısı sanrılarından başka bir şey değildir.

Dedim ya Tanrılaştırma ‘Sanrılaştır’.

‘‘Tövbeliyim ibadete sen dinsen.’’

Gözlerine bakınca inanası geliyor insanın, inanması güç
her şeye. Bırakıyorsun aniden kendini boşluğa. Her göz
kırpışı seni daha da dibe batırıyor, haberin yok. Ki
haberin olsa bile, yokmuş gibi davranası gelmiyorsa
insanın namerdim. Ya batıcaksın en dibe, ya da
seviyorum demeyeceksin lan.

Dinlerin hükmünü kırabilecek güçteki sıcaklığı, nasıl
olurda soğuk davrandırabilir ki bir insanı. Nasıl olur da
ağzından çıkan her kelimeyi sanki devrimmiş gibi
algılayabilir insan.

‘‘Devrim yapmak basit değildir sevgilim. Ama
unutma ki ben sana direnmedim bile.’’

Hayatın gerçeklerini bilir misin sen?

Kendini herkesten soyutladığın zamanlarda,
yaktığın her sigaranın, yediğin her yemeğin,
düşündüğün her olayın bir anlamı olmadığını
düşündüğün zamanlar mesela. Gecenin bir yarısı eve
gitmek için bindiğin son otobüs mesela. O otobüsün en
arka sağ koltuğuna oturup başını cama yaslandığın
zamanlarda ki düşüncelerin gibi. Dünyanın en vasıfsız
insanıymış gibi kendini defalarca sorguladığın zamanlar
yani. Üzülme. Böyle hisseden sadece sen değilsin. O
otobüse binen her insanın kişilik analizini, düşünce
yapılarını, çektiği acıları, yaşadığı mutlulukları
düşünmek, senin acından bir şeyler eksiltmeyecektir.
Ama bileceksin ki yalnız değilsin. Hayatın gerçekleriyle
yüzleşen tek insan senmişsin gibi gelecek belki kafanı
koyduğunda dışarının soğukluğundan buğulanmış cama.
O an ki ruh halim yani nasıl diyeyim, dünya ayaklarınız
altından kayıyor da tutamıyorsunuz gibi. Tüm gerçekliğe
inat ağlamak istiyorda ağlayamıyorsunuz gibi. Gibilerle
dibi görmeye alıştığımdan beri ağlıyorum. Ama bu
fiziksel olarak değil.

‘‘Herkes hak eder mutlu olmayı, bir kere acı
çektikten sonra.’’


Sanki cennet ve cehennemin arasında kalmış
gibiyim sevgilim. Ama seninleyken hem cennette hem
cehennemde olmayı öğrendim ben. Cehennemde yanıp
cenneti arzuladığım zamanları biliyorum. Ölmek basit
bir eylemdi. Öldüm. Ya sonrası diye düşündün mü hiç?
Sen yoktun orada, sen ölmedin. Yandım. Hem de öyle
bir yandım ki sevgilim, küllerim armağandır sana. Her
kalıntım armağandı sana. Her parçam armağandı.

Özür dilerim sevgilim, her parçam yaralı, her yaram
kanıyor ve hiç biri kanamaktan şikayetçi değil. Senin
açtığın yaraları yine senin sevginle kapatmak isterdim
elbet. Tabi sevgin yaralarımı kapatmaya yetseydi.

“Yarim yara olmasaydı yaşamazdım matem.”

Yar yara olur mu demeyin. Yar yaraya, ben acıya biz
kaybedişlere meyilliyiz zaten. Senin de dertlerini
sırtlayıp benimkilere kattığım zamanlar yürüyemez hale
gelirdim, hatırlar mısın? Konuşmaya mecalim olmadığı
zamanlar susma derdin. Ağzımdan dökülen her kelime
yarama batardı konuşamazdı ama sen yine de susma
derdin. Artık susmuyorum sevgilim. Tüm yaralarım
emanettir sana, ölürsem eğer tek mirasım budur sana.
Tek varlığım sendin, senden sonrası yara.

Eski fotoğraflar, acı yaşanmışlar, bitmeyen duygular,
öldüren hisler. Ne dersin yaşar mıyız daha? Aşar mıyız
daha? Göz bebeklerimin görünce büyüdüğü acıları.
Bilmiyorum.

Aynaya baktığım her saniye aynadakiyle konuşuyorum.
Bazen içimden, içimden daha büyük acıları ise sesli bir
şekilde tartışıyorum. Ne biz ne başkası. Sadece bencil
insanlar kazanır hayatı. Hepinizin canı cennete, ne yani
benim ki cehenneme mi? Çok adil oldu. Çabalamak inan
zor geliyor artık. Her sabah uyandığında sanki asırlar
boyu uyumamış gibi uyanmaktan bıktım mesela.
Yüzümün çöktğünü hissederek uyanmaktan. Bi kahve
suyu koyup yüzümü yıkamaya gittiğimde aynada
gördüğümden. Aslında kördüğmler bunlar birbirine.
Neyse. Suyum kaynadı. Acı bi kahve ve dünden kalmış
kültablamı boşaltıyorum. Yeni bir sigara pakkette
kalmışsa tabi.

Şanslıyım. Son tekim.

Fazla kafein, fazla nikotin ve en önemlisi azalan
hislerimin karşılığı olan yüzümdeki siklemez
gülümseme. Her şey tamam. Benim için gerekli olan
değil. Sadece mecbur olduğum her şey. Tamam.


Keşke bende sizin kadar güçlü doğsaydım. Ama Tanrı
daha en başında anne karnından iki ay eksik yaşatmış
beni. İlk yenilişim sayılmaz belki ama ilk kaybım
olduğu kesin. Keskinleşen ölme isteğinin üzerine gelen
yenilişler, en dipte duvardan duvara vurduğu zamanlar
hayatın, büyüdüğün için sevinirken acılarının da
büyüdüğünü hissettiğin o an. ‘‘Sık kafana.’’

Ben cesaret edemedim , belki annem belki kardeşim
belki kardeşim gibi sevdiğim insanlardır sebebi ama sen
sık kafana. Çünkü ne oluyor biliyor musun? Geçmiyor.
Geçmemekle birlikte büyümediği bir an bile yok.
Kahretsin.

Çok günahım var.

Allah affetsin.


Herkesin karanlığı kendine nasıl olsa. Bu hayatta ne
yaparsan kendine. Herkesin aydınlığı kendine mesela.
Ne istersen kendine. Neyi ne kadar yaparsan tabi.
İntikammış, hesaplaşmaymış, yüz yüze gelmekmiş.
Hayat yeterince intikam almıyor mu zaten? Yeterince
hesabını vermedik mi hak etmediklerimizin? Yüz yüze
gelmedik mi defalarca aynalarla. Hayal kırıklıklarını
biriktirdiğim kadar mutluluklarımı biriktirseydim bencil
bir insan olabilirdim belki de. Ama dedim ya ne yapsan
kendine.

Hayal kırıklıkların ne kadar fazlaysa, bil ki; hayat
kırıklıkların o kadar acıdır.


Bazı şeylerin gerçekliği ruh halimi o kadar etkiliyor ki.
Keşke gerçek olmasaymışta bu denli düşünmeseymişim.
Artık gözlerimi her kapattığımda yorgunluğumu
hissedebiliyor olmak öyle can sıkıcı ki. Nasıl anlatsam
anlarsınız diye düşünmek. Farklı yollar aramak. Hatta
bazen düşünmemeyi o kadar isterdim ki. Can sıkıcı olan
o kadar olayla karşılaşıp bir çift söze yenilmekte o kadar
koyuyor ki. Ne siz sorun ne ben anlatayım değil. Siz yine
sorun tabii ki ama ben anlatabilir miyim bilmiyorum.

Aldığım her nefes için ödeyecek bir bedelim olduğunu
bilmek beni korkutuyor. Sen korkma oğlum. Aldığım
her nefesin veriş aşamasında ödeyeceğim bedellerin
aklıma gelmesi, beni nefes alamamaya doğru itiyor.
Korkuyorum. Çok iç açıcı olmayan halimle insanlara bir
şeylerin farklı olduğunu anlatmak, bir insan bir insanı
iyileştirirken kendini yavaş yavaş öldürmesi gibi bir şey.
Anlayabilirsen tabii.

Nefes alıyorsun diye yaşamıyorsun. Bedel ödüyorsun
diye nefes alıyorsun ama.


Saat kaç bilmiyorum. Günlerden hangi gün?
Hangi ay? Kafamın güzelliği beni gülümsetiyor. Rüzgar
var biraz ve ben hiç bilmediğim bir sokaktayım şuan. Hiç
bilmediğim bir sokağın hiç bilmediğim karanlığında. Bu
sokakta karanlığa boğulmuş tüm çığlıkları, tüm küfürleri
duyabiliyor gibiyim. Acıların arındığı, mutlulukların
paylaşıldığı, dostlukların kurulduğu ve kardeşliklerin
bozulduğu her an sanki burdaymışım gibi. Burdaymışım
ve tüm günahlara ait, tüm sevaplara şahit gibiyim.

‘‘Ben tüm sevdalara dahilim hatta tüm acılara
sahip.’’


Bu sokakların lambalarında kaç sevgili ayrıldı? Kaç
evlenme teklifi edildi? Kaç cinayet işlendi? Kaç kişi
ruhunu sattı şu hayata? Ve ya kaç kişinin öldürdüğü
duygularıydı.

‘‘Ruhunu şeytana satanların bedenleri
günahkardır.’’


İnsan, insanı başka bir insan yerine koymak
istediği vakitlerde, koymak istediğini özleyip
koyduğundan sıkılmış olabilir. Her şey olmuş olabilir.
Babası olmayan kız çocuklarına sorun bir de. Şevkati ne
taraftan arayacağını şaşıran kız çocukları yönetsin şu
rezil dünyayı. Hep eksik bir tarafları. Tamam. Annesini
kaybetmiş oğlanların olmalı sevilme duygusu. Buna da
tamam. Eksik kalan taraflarının hep soğuk kaldığı
dönemlerde düşünün mesela. Ve ailesi bile olmayanlar
var şu hayatta, bir de böyle bak hayata. Yani sen 1 aylık
sevgilin için, ölümü göze alırım diyorsun ya. Alma
oğlum. Şu lanet dünyada öyle acılar var ki, senin acı
dediğine onlar huzursuzluk yaratan kafaya takılması bile
güç bir problem olabilir. Bir de dikkat çekmek uğruna
yara bandının bile iyileştirebileceği yaraları dikiş
tutmuyormuş gibi gösterenler var.

Komik.

‘‘Gün gelir yara bandı sargı bezine dönüşürse şayet
öldüm de dersiniz siz.’’

5

‘‘Sayardım günahlarımı öyle bir günahkarım.
İşlediğim sevap yerine yanıma kalan günah kârım.’’


En sevdiğin gittiğinde en sevmediğin şeyleri yapmak
senin elinde değildir aslında. Gitmek basit ama bitmek
can acıtıyor sanki biraz. Ne yapsan boş geliyor mesela.
Ailene karşı, seni teselli etmeye çalışan insanlara karşı,
kendine karşı. Öyle işte.

Nasıl olacak bu işler böyle başkan?

Nasıl devam edeceğiz dertlerimiz arasında eksik
yokken. Nasıl çözeceğiz açılmamaya yemin etmiş,
yosun tutmuş düğümleri. Bir yolu olmalı bunun bir sonu
varsa. Artık iğrenerek bakmak istemiyorum aynaya.
Gözlerimi kapattığımda yüzümde tebessüm istiyorum
mesela.

Yapmacık olan her şeyi bir kenara bıraktım ama
gerçeklerinde bu kadar acıtacağını göze almıştım. Göze
aldım ama gözlerimin gördükleri sığmaz oldu hayal
dünyama. Oturup, bir sigara yakıp en kötüsü
düşünüyorum mesela. O saatlerce düşünüp, bulduğum
en kötüsü başıma geliyor. Heh diyorum buydu ya artık
düşünmeme gerek yok, en kötü son bu. Ama bir
bakıyorum ki düşündüğüm sonların bile daha kötüsü
varmış. Neye ve kime inanacağımı şaşırmış
durumdayken, sen geri dönsen inanıp güvenebilir miyim
bilmiyorum bile. Pencereleri açtığım zaman nefes
alabildiğimi hissediyorum. O kadar daraldım ki aynı
şeyleri düşünüp, düşündüğümü yaşamaktan. Bazı
engelleri aşamamak beni çileden çıkarıyor. Ulan
diyorum ben bunca şey için bu bedelleri ödemişken ne
olurdu ki karşıma bir engel daha çıkamasa.

“Mutluluğumu engelleyen her engele bir şişe şarap
borcum olsun.”


Kim kendini, bile bile tüketir ki?

Kim kendini, bile bile uçurumlardan yuvarlar?

Kim kendini, kendi olduğu için cezalandırır?

Sustuklarıma saydığınız onca şey varken size gerçekleri
söylemem batıyorsa eğer o da sizin kendi karakterinizle
alakalıdır.

“Kimse, kimsenin kimsesizken kime sessiz kaldığını
bilemez.”

“Bir şeyi diriltmek için hiç öldürmemek gerekir.”

Bu böyledir böyle yazılmış. Ya aklımı kaçıracağım, ya
da aklım beni kaçırma planları içine girecek. Konuş
konuş anlatamadığım şeyleri sadece susarak anlatmak
meslek sayılmalı. Ağır başlı değilim aslında sadece
kafamın içindekiler ağırlık yapıyor.

İki dudak arasında duran sigara da, neden ben buradayım
diyor muydu içinden?

Kafamın içinde dönüp duran şeyler de neden buradayız
diyor muydu?

Gözlerim gördükleri karşısında “bunları görecek ne
yaptık” diye söylenmiyor mu yani?

İyi niyetimi kullanıp kötüye yoranlar hiç mi pişmanlık
duymuyorlar?

Canımı acıtacağını bildiğim binlerce sorum var.

Canımı acıtacağını bildiğim binlerce sorun var.

Bazen bazı şeylerin hiç anlam kazanamaması beni o
kadar sinirlendiriyor ki. Düşünsene, çabalıyorsun
çabalıyorsun ve sonuç? Sadece hiç. İnan o kadar
yorgunum ki hayat. Bu yaşımda bunca yas fazla değil
mi?

.