Bir Felsefi Teklif; Sevince Dönüşelim Mi?

Yazan: Zeynep Akyol

“Evet hatırladım, küçük basit şeyler yetiyor kederlenmeye. Ya mutluluğa.” Cahit Zarifoğlu’nun bu sözü aslında bugünümüzü açıklamak için oldukça uygun. En son ne zaman sevinç ve mutluluk üzerine düşünmüşüzdür? Kederlenmek için o kadar fazla nedenimiz var ki. Günlük hayatın zorlukları, işler, trafik, geçim derken sevinçli olmayı unutuyoruz. Peki, sevinç bir felsefe konusuysa üzerine düşünmeye ve konuşmaya değmez mi? Bizce değer.

Çetin Balanuye “Spinoza’nın Sevinci Nereden Geliyor?” isimli kitabında hepimizin sevince dönüşebileceğini iddia ediyor. Üstelik sadece doğru düşünerek bile bunu yapabileceğimizi söylüyor.  Spinoza, Tanrı sözcüğünü gördüğümüz yerde, bunu Doğa olarak okuyabileceğimizi, ikisinin bir ve aynı şey olduğunu ifade etmiştir. Ve her zaman bilgece bir yaşama doğru atılacak en önemli adımın doğaüstücülükten ve aşkıncı bakış açısından kurtulmak olduğunu öne sürer. Çünkü aşkıncılık, doğa’nın her şeyin üzerinde olduğunu kabul eder ve insanın doğayla birlikte yürümeyi başardığı zaman inanç üstüne, tanrı üstüne, gerçek kabul ettiği her şeyin üstüne çıkacağını savunur. O ana kadar kabul ettiğimiz hiç bir gerçek, gerçek değildir. Balanuye’nin tasviriyle de “aşkıncılık varsayımı evrenle neşeli bir kucaklaşmanın önüne geçebilir, çünkü aşkıncı duruş içten içe suçluluk duymamıza, sinsi bir melankoli ve cezalandırılma tedirginliği yaşamamıza neden olabilmektedir.” Yani hem Spinoza hem de Balanuye aşkıncılık fikrinden kurtulmamızı söylemiştir. Bu sevincimizin önündeki engellerden biridir. Bir diğeriyse erekselciliktir. Yani isteyimselcilik. Hegelci bir bakışla; “tinin kendi kendisinin bilincine varmasıdır.”  Sürekli bir şeyleri isteriz. İstediklerimizin ve hedeflerimizin neredeyse bir sonu yok.  Hep ileriye dönük amaçlarla ve planlarla hareket etmeye çalışıyoruz. Mesela üniversiteden sonra hayatın sizin için nasıl işleyeceği bellidir. Her şeyi daha önceden düşünürüz çünkü. Yaptığımız her şeyde tanrısal bir kusursuzluk olsun isteriz.  Oysa doğadaki diğer varlıkların tek dertleri “var kalma” çabasıdır. Ve bizi o diğer varlıklardan ayıran pek de bir şey yok aslında.  İnsan tıpkı diğer canlılar gibi sonlu bir varlık olduğunu kabul edebilirse, kendinin farkına varıp kendisini kusurlu bir varlık olduğuna inandırabilirse, kendini diğerlerinden üstün görmeyip amaçlarını yapabileceği şekilde belirlerse sevince yaklaşabilir. Hayatı her yönüyle anlamayı başarabilirsek ve Doğa/Tanrı’yı kavrayışımız artarsa hayata tutunuşumuz ve sevincimiz de artar.

Spinoza felsefesindeki en önemli şeylerden birisi bize ‘insan’ olduğumuzu söylemesidir. İnsanız çünkü. Etimizle, kemiğimizle, acılarımızla, öfkelerimizle, duygularımızla, içinden çıkamadığımız açmazlarımızla. Ve en önemlisi kusurlarımızla. Onun felsefesinde kusursuzluğun yeri yok. Her şey kusurlu olabilir ve bu kusur onu belki de güçlü kılar.

O, bizlere; “biliyorum, değişmek senin için dünyanın en zor şeyi. Hep aynı şekilde kalmak istiyor, değişen koşullar karşısında huzursuzluk yaşıyor, hatta acı çekiyorsun. Fakat yaşam bir zorunlu karşılaşmalar alanıdır.  Her varlık, diğer varlıklarla zorunlu karşılaşmaları sonucunda zamanla değişecek, sonunda Doğa/Tanrı’da çözülecektir” diye seslenmiştir.

Ancak sevincimizin önünde olan özgürlük engeli, önceki iki engelden çok daha önemli. Çünkü içimize dönüp cevaplamamız gereken bir soru çıkıyor karşımıza. Özgür müyüz? Yani sahiden özgür bir iradeye sahip miyiz? Spinoza’ya göre;

 “Çeşitli bedenlerle karşılaşmasından etkilenen bir varlık olmak bakımından; insan, özgür irade sahibi değildir.” 

Belki seçtiğimizi düşündüğümüz şeyler sınırlı bir tahakkümün ürünüdür. Yani herkes için 2 ya da 3 seçenek olduğunu farz edersek bunlardan birini seçtiğimizde gerçekten irademiz tarafından mı yönlendirilmiş oluruz yoksa seçenekleri belirleyen tarafından mı? ( bu nasıl müphemlik be kardeşim )  Böyle düşününce özgür irade gerçekten de varsayım olabilir ancak biz kendi başımıza kararlar aldığımızı, yaşamda başımıza gelen şeylerin kendi seçimlerimiz olduğu fikrini kabullenmeye oldukça yatkınızdır. Yani Spinoza’nın da söylediği gibi bir takım karşılaşmalar yaşadığımız hayatı bizim dışımızda bir etkiyle belirleyebilir. 

Varsayımlar ve önyargılar da sevinçlerimizin önündeki engellerden. “Yaşamlarımız, ne zaman oluştuğunu bilmediğimiz ‘varsayımlarla’ bezelidir; pek çoğunun farkında bile değilizdir. Sevince dönüşme yolculuğunda yapılması gereken ilk şey varsayımlarımızın farkında olmaya başlamak.” Spinoza ve Balanuye bize rahatsızlık ve huzursuzluk veren duyguların üstesinden gelebileceğimize söylüyorlar. Bunun için de etkin bir güce kapı aralayıp, olmak için çabalamaya ve canlılığa davet ediyorlar.

Belki zor ancak dilersek yapabiliriz. Daha önce yapılmış.

İnsan dilerse bir şarkıya dönüşebilir. Özgür bir ata hatta en sevdiği ressamın bir tablosuna, şairin mısralarına, okuduğu bir öyküde beğendiği o insana. İnsan dilerse sevince dönüşebilir. Ve sevincini yansıtabilir karşısındakine…

OLMAK ÇABALAMAKTIR.

Next Post

Tanrıyı Öldürmek: Friedrich W. Nietzsche

Çar Tem 17 , 2019
Nietzsche, 15 Ekim 1844’de Röcken kasabasında dünyaya geldi. Babası Lutherci Prostestan bir ailenin mensubuydu ve aynı zamanda köyün vaiziydi. Vaktinin çoğunu Hristiyan değerlerini anlamak ve anlatmak için harcardı. Sessiz ve basit bir yaşantısı vardı. Nietzsche’nin babası Friedrich Wilhelm’ın hizmetkârlarından biriydi. Kralın yaş gününde dünyaya gelen Nietzsche için farklı bir vaftiz […]

ÖNE ÇIKANLAR