Seçtiğimiz Yahut Yaşamak Zorunda Olduğumuz- Yalnızlık Ömür Boyu: Azizler

Yazan: Zeynep Akyol

Garip, absürt ve kafa kurcalayan bir kara mizah.

Yıllar sonra Taylan biraderlerin sinemaya dönüş filmi olarak anımsayacağımız Azizler filmi, bizleri tuhaf bir o kadar da köşeli bir odanın içine hapsediyor. Senaristliğini Berkun Oya’nın yaptığı bu film, ne düşünürseniz o oluyor: bazen bir taşlama bazense ayna. Ama ilerleyişi de sonucu da size bırakıyor. Sonuçta birçok karakter var ve siz de onlardan biri olabilirsiniz değil mi? (Fragman)

Ben kimdim? sorusuna cevap vermeden evvel filmin sinopsisine bir göz atalım. Kısaca şöyle: Gençlik yıllarının artık sonuna gelen Aziz, hayatından hiç memnun değildir. Yıllardır sevmediği bir işte çalışmaktadır ve gençliğinde kendisi için kurduğu mesleki hayallerden oldukça uzaktır. Sevgilisi Burcu ile dört yıldır süren ilişkisinin ise artık sonlanması gerektiğini fark eder… Yalnız kalmaya, kendisiyle vakit geçirmeye, özgürleşmeye duyduğu ihtiyaç her geçen gün artmaktadır. Sonunda, en çaresiz anında, karşısına beklenmedik bir fırsat çıkar, ancak Aziz’in tehlikeli bir yalan söylemesi ve bu yalanı sürdürmesi gerektirmektedir. Katlanmak zorunda kalacağı sonuçlar, Aziz’in hayatını büsbütün değiştirecektir.

İnsan yalnızlıktan başka nedir ki Aziz?

Filmde bir değil birden çok yalnızlık işleniyor. Bir tarafta seçilmiş ve istenilen bir yalnızlık var. Diğer tarafta istenmeyen ve artık bitmesi istenilen bir yalnızlık.

Erbil (Haluk Bilginer) ve Aziz (Engin Günaydın)

Aziz bile isteye yalnız kalmak istiyor. Kalabalıklar, sesler, insanlar… O kadar çok yormuş ki onu deli gibi yalnız kalacağı anları kovalıyor. Ama ne mümkün. Kalamıyor. İşten eve geldiğinde uzanacağı bir koltuk, kapısını kapatabileceği ve yalnız kalabileceği bir evi yok. Var ama insanlarla dolu. Evde ona ablası, eniştesi ve denyo sendromuna yakalanmış küçük yeğeni Caner eşlik ediyor. Uykusunda bile yalnız değil Aziz. Çünkü her an küçük yeğeni odaya dalıp onu uyandırabilir. Bu yüzden yalnızlık Aziz için çok istediği ve elde edemediği bir hazine gibi. Tek başınalık, içinde yaşadığımız yüzyılın en büyük peygamberlerinden biri. Filmdeki örtük anlam bizlere yaşadığımız buhranların ve daha fazlasına ulaşmak için çırpındığımız anların ne kadar genel olduğunu da söylüyor. Uzun zamandır içine hapsolduğumuz şehirler, evden işe işten eve dönerken koşar adım yetişmeye çalıştığımız taksiler, ne düşüneceğimizi bile bilmediğimiz ikili ilişkiler, birine çarpmadan yürümenin imkansız olduğu sokaklar… Tüm bu koşuşturmanın içerisinde Aziz’i tek bir ihtimal ayakta tutuyor: istediği yalnızlık.

Öte yandaysa ömrünün son günlerini yaşadığını düşünen Erbil’in katlanmak zorunda olduğu yalnızlığını izliyoruz. Seçilmeyen ve mecbur kalınan bir yalnızlığa tanık oluyoruz. Eşini çok seven bir adamın onu kaybettikten sonraki 10 yıl içinde yaşadığı değişimi beliriyor karşımızda. Erbil, Aziz’in tam aksine yalnızlığın hayattaki en zor şeylerden biri hatta belki en zoru olduğunu düşünüyor.

Koskoca bir evin içinde eşinden geri kalanlarla sürdürüyor yaşamını. Evlilik hediyesi avizesi, masanın üstünde duran şekerliği ve dolabın üstüne asılan eski bir fotoğraf. Evet, eşinin fotoğrafı. Üstelik siyah- beyaz ve alt kısmında gidişinin tarihinin de olduğu bir fotoğraf…

“Nasıl oldu da bu kadar uzun süre birbirimizi görmedik? Senin de benim gibi bir inzivaya ve mutlu bir yalnızlığa ihtiyacın var sanırım.” der gibi bakıyor eşinin fotoğrafı Erbil’e…

Erbil de artık içten içe ölümünü hızlandırmanın bir yolunu arıyor.

Yalnızlık katlanmak zorunda olduğumuz bir tahakkümden başka nedir ki? diye soruyoruz bu kez kendimize.

Sonralarda dayanılmaz ve huzursuz eden bir boşluk oluyor yalnızlık. Ve iki farklı ucun kavuşumunu görüyoruz. 30’lu yaşlarının sonunda olan bir adamla 60’lı yaşlarında olan ve artık ölmek isteyen o adam konuşuyor. Erbil gelecekten haber verir gibi dikiliyor karşısına Aziz’in ve şunları söylüyor: “Yalnızlık zor be Aziz.

Hep sağlık diliyor Erbil, en büyük tembihi bunun üzerine. İnsan yaşlanmaya başlayınca hayata fatalist bakmaya başlıyor sanırım. En nihayetinde hayattayız ve neden yalnız olalım ki diye düşünüyor. Gençliğimizin en karşı konulmaz isteklerinden biridir yalnızlık isteği. Hepimiz hayatımızın belli dönemlerinde bunu isteriz. Ama kaybetmeye, yitirmeye başladıktan sonra yalnızlığın ne kadar kıymetli ve ne kadar az istenmesi gereken bir şey olduğunu kavrarız.

Bu bağlamda bu film bize yıllar sonramızdan haberler veriyor sanki. Hayatın kıymeti bilin demiyor tabii bu çok romantik bir söylem olurdu. Ama hayatı anlayın diyor sanki.

Hayat tam da bu filmdeki gibi bence. Bir bütünlüğü yok yani. Bir sürü parça var, bir sürü insan. O an en yakınımızdaki seçeneğe gidiyoruz hep. Bazen zorluyoruz, başarıyoruz. Bazense olmuyor, başaramıyoruz. Aziz gibi mesela… Ayrılmayı bile başaramıyor ki bu adam. Karşısında aynı cümleyi defalarca tekrarlayan o kadın Aziz’in sıkışmışlığını ve içine girdiği o sonsuz döngüyü gösteriyor bizlere. Düğümü çözene kadar orada duruyor. Ve arka planda hep aynı soruyu soruyor. Kaldı ki film yalnızca yalnızlık üzerine de düşünmüyor. Daha spesifik konuları da ele alıyor. Popüler kültür eleştirisi, kalabalıklar, özel hayat kavramının yıkılışı, ölüm, oluş ve daha nicesi…

Bu arada düğüm de çözülüyor. Ama nasıl olduğunu anlatmayayım. İzleyip kendiniz karar verin bence. Bu filmi daha ayrıntılı da yazmak isterdim ama ekip arkadaşlarım spoiler verdiğim için çok sinirleniyor. O yüzden ben yalnızca hissettiklerimi yazdım. Bu filmin bende bıraktığı hisler böyleydi. Ve yine bence iyi de bir film. Herkesin sevemeyeceği yapımlarından biri olmuş. Tam da Taylan biraderlere yakışan türden.

Ben 20’li yaşlarımın ortalarındayım şimdi. Ne Erbil’i ne de Aziz’i tam olarak anlayamam belki. Ama içten içe yıllar sonra ikisiyle de karşılaşacağımı biliyorum. Herkesin hikayesi başka başka. Benim hikayem ya da sizlerin hikayesi bizleri nerelere savurur bilinmez. Hepimizi farklı hesaplaşmalar, yollar bekliyor. Tüm bu bilinmezliğin içinde tek bir gerçek var: hayat tam da şimdiden ibaret.

Ayrılık gelene kadar dolu dolu yaşamak gerekiyor sanırım. Yalnızlığı da aşkı da yarın hiç yokmuş gibi yaşamak lazım. Unutmadan hemen şunu da ekleyeyim: bu filmi izledikten sonra aklıma iki şarkı geldi. Biri Büyük Ev Ablukada’nın Boşluk şarkısı. Diğeri de Zuhal Olcay’ın Yalnızlığım şarkısı. Sanırım ben Zuhal Olcay’a daha yakınım.

Katlanmak zorunda olduğumuz tüm yalnızlıklara gelsin…
Zuhal Olcay – Yalnızlığım

Next Post

Fırtınayt'tan Daha İyi Bir Albüm Ne Kadar Mümkün?

Sal Oca 12 , 2021
Gazetelerin, Melik Gökçek’in istifasının isteneceği haberleri üzerine, Tayyip Erdoğan’ın; “İstifa da hizmettir. Makama getirirken iyi güzel, boşaltılmasını istediğimde neden yadırganıyor?“ tepkisinin manşetleriyle çıktığı 6 Ekim 2017’de, Olmadı Kaçarız Plakçılık’tan bu siyasi olay kadar reytingli olmadığı her halinden belli olan bir albüm yayınlandı. İsmini Turgut Uyar şiirinden alan bir grup için […]

ÖNE ÇIKANLAR