
göğsümdeki çarmıhın acısı geçmemişken henüz
sevgilim elinle söktüğün o çivileri defalarca öptüm
sonra tekrar hayata döndüm.
bulanık bir rüyanın ortasında kaç kez gözümle gördüm, gözündeki menekşenin rengini.
büyük bir yangının ortasında sevişti senin morunla güneşin turuncusu.
o gün anladım, yangına dışarıdan bakmak yeni doğanım, söndürmüyor ateşi
senin reddettiğin her şeyi alıp, bilhassa yakın uzaklıkları,
öyle çıkıyorum yollara.
kara gecede kara bir yol, ışığınla aydınlanıyor.
düşünüyorum uzaklar nerede başlıyor? ve ne kadar yakınız seninle.
sevgilim, bir insan sevdiğini nasıl tanır diyorum? beni nasıl tanıdın?
sonra içime dönüyorum,
içim sana dünden razı ve çoktan vermiş cevabını
ellerinden tanıdım önce seni diyor, sen yarım santimden az bileklerimden.
ellerin benim göğümde kubbeye açılan yollardan biri.
ellerin acının bütün merhemlerinden daha meryem, alıp bir yarayı yüreğine kendiyle sarıyor.
inandığımız şeylerin büyüsü üstümüzde,
inandığımın yanına adına da ekliyorum.
öyle istiyorum seni. birkaç duanın ortasında, tam dalmışken uyumaya
büyük bir vecd ile uyanıp, bilmediklerimi dileyip, öyle bastıyorum seni göğsüme.
inanıyorum allah’a
sen gelmeden evvel bahsettiğim karlı ağustoslara,
ve kötü yıkanmış filmlere.
sabahın beşinde gökyüzü yangın yeriyken
sen sanat diyorsun.
düşünüyorum, şimdi bütün tablolar daha anlamlı.
daha çok seviyorum klimt’i,
rembrant’ı anlıyorum mesela
bir aykırı ancak kendini bulunca resmedermiş ötekini,
büyüsü buymuş storm on the sea of galilee’nin
o da kendini görmüş isa’da
ve çok önce söylemiş bana
içinde adın geçen her şiirin
içimdeki fırtınanın habercisi olacağını.
sevgilim,
üç yakın yıl, yanımda üç yaş daha aldın.
işte şunlar ellerin
ansızın bir tablonun içinde beliriyor.
ellerin tam şimdi burada bir şiir oluyor,
usul usul biriktiriyor kenarda yaşları,
yaşantıları.
seninle inanıyorum yeniden düzene
ve seninle karşısındayız her şeyin.