
Keşfi, açık alanda bir iddia üzerine at koşusuyla başlayan sinemanın erken dönem filmlerinden sonra drama ile birleşmesi mekân kullanımını zorunlu hale getirmiştir. Mekân bir filmin belirleyici öğelerinden birisidir. Mekânın, diğer sinematografik öğelerle kurduğu ilişki bize o filmin iyi olup olmadığını gösterir. Filmin iki temel öğesi vardır mekân ve zaman. Yani bir filmin ortaya çıkması, bir sinema eserinin ortaya çıkması için mekanlar zaman içinde değerlendirilir. Dolayısıyla mekân iki temel kaynaktan biridir. Bu açıdan sinemada mekân meselesini, sinema kavramının dışında tutmak mümkün değildir.

Halit Refiğ, Semra Uygun ile yaptığı bir söyleşide sinema ve mekân ilişkisine dair şunları söylemiştir:
‘‘Mekân, film neyi anlatmak istiyorsa, filmin anlatmak istediğini anlatmakta ya ana eleman ya da aracı elemandır. İlk filmlerde mesela mekân ana elemandı. Yani Lumiere kardeşler ilk filmlerini çektiklerinde, mekân çekmişlerdi. 1895 yılında Paris’teki ilk sinematograf gösterisinde Lumiere kardeşlerin ilk filmi, onların Leon’daki fabrikasından paydos saatinde boşalan işçileri gösteriyordu. Yani filmde bir mekân vardı. Bu mekân örneklerinin en tipiklerinden birisidir. Hatta Leon tren istasyonuna bir trenin girişi öyle bir açıdan çekilmiş ki, seyirciler tren üzerlerine geliyor diye yerlerinde irkilmişler. Dolayısıyla sinemanın ilk ortaya çıkışında konu zaten mekân. Sinemanın hikâye anlatmaya başlaması, daha sonraki bir oluşumdur. Sinema icat edilir edilmez, ilk çekilen filmler hikâye anlatmıyorlardı. Lumiere’ler başlangıç olmak üzere, mekân gösteriyorlardı. Ama ilerleyen yıllarda sinemanın halktan gördüğü ilgi sinemayı hikâye anlatmaya doğru yöneltti. Bu sefer, hikayelerin anlatımında mekanlar kaçınılmaz bir aracı haline geldiler. Daha önce bahsettiğimiz gibi sinemanın iki temel öğesi var; zaman ve mekân. Dolayısıyla mekân ister amaç olsun ister araç olsun sinemanın ayrılmaz bir parçasıdır.’’
Sinema ve mimarlıkkavramsallaştırma, tasarlama, üretme ve sunma teknikleri açısından birbirine yakın disiplinlerdir. Her iki disiplin de mekânı ve zamanı kullanarak yeni bir gerçeklik inşa eder. Disiplinler arası bir tartışma konusu olan “gerçeklik”, özellikle felsefenin başlıca uğraşılarından biri olmuş, sinema ve mimarlık gibi disiplinlerin de işleyişini etkilemiştir. Sinema ve mimarlıktaki gerçeklik tartışması, en başta fiziksel ve kültürel bağlamın sorgulanmasını sağlamıştır. Bu sorgulama, genellikle var olan bağlamın manipülasyonu, yerinden edilmesi ya da yeniden üretilmesi yoluyla yapılmıştır. Yönetmen de mimar da senaryo bağlamındaki olayları bu yollarla kurgulamakta ve kurmakta, böylece yeni sinemasal ve mimari gerçekliği inşa etmektedir. Bağlama eleştirel yaklaşarak yürütülen bu inşa sürecinde mekâna ve zamana özgü referanslarla kurulan ilişki, sanatsal üretimdeki objektifliği sübjektifliğe dönüştürmektedir. Sanat, her zaman üretimini gerekçelendirecek bir anlam arayışında olmuştur. Mimarlıkta olduğu gibi sinemada da mekânın zamansal, biçimsel, kavramsal, duyusal gibi farklı boyutları aracılığıyla kurulmaktadır. Hatta sinema tarihinin ilk filmlerinde yalnızca mekân vardır. Mekânı farklı duygular uyandıracak biçimde etkili kullanmakla sorumlu olan yönetmenin işi, bu açıdan mimarınkine benzemektedir. Dolayısıyla sinema, yalnızca mekânsal ve zamansal yapısından dolayı değil bir mekânı ifade edişiyle de mimarlığa yakın bir disiplindir.
“En başarılı bulunan filmler, genellikle mekân duygusunu en iyi veren ve zaman faktörünü en iyi kullanan filmlerdir. Sinema ve mimarlık, mekânın ve zamanın bir senaryoya bağlı olarak kullanılmasını gerektiren disiplinlerdir. Bu sayede sinemada bir “atmosfer”, mimarlıkta da bir “yaşam kültürü” yaratılır. Bu yaratım, sinemasal ve mimari mekânın özellikle duyusal boyutu aracılığıyla gerçekleştirilir. Mekân, farklı duyulara hitap edip korku, merak, üzüntü, sıkıntı, neşe gibi farklı duygusal deneyimler yaşatabilir. Sinema ve mimarlık, mekânın fiziksel varlığının yanı sıra yaşattığı bu deneyimlerle ilgilenen disiplinlerdir.”
Bu bağlamda genellikle görsellikleri açısından birbirlerine yakın oldukları düşünülen bu disiplinlerin aslında dokunma duyusuyla algılanabildikleri için yakın oldukları savunulmuştur. Buna göre, mekânın duyumsallığı “dokunsallık” olarak yeniden yorumlanmış; bir film, gözlerle olduğu kadar kaslar ve deriyle de izlendiği için sinemasal mekânın (mimari mekân gibi) dokunsal deneyimler yaşattığına dikkat çekilmiştir. Dolayısıyla sinema ve mimarlık ilişkisi, mekânın görsel olarak inşa edilmesiyle sınırlı değildir. Bununla birlikte mimarlık, mekâna doğrudan müdahale ederken (intervention), sinema, mekânı yorumlamaktadır (interpretation).
Sinemada yapımlar büyüdükçe, bütçeler arttıkça küçük dekoratif mekânlar yerini büyük devasa platolara bırakmaya başlar. Mekân, bilim-kurgu türünde de son derece mühim bir yere sahiptir. Ünlü ‘Yıldız Savaşları (Star Wars)’ serisi bize geleceğe dair bir distopya resmederken, geleceğin dünyası yaşadığımız düzlem için imajiner bir karabasan gibidir. Bu karanlığı dengelemek için buz mavisi medeniyet mekânları kurgulanmıştır Yıldız Savaşları’nda. Terminatör, Total Recall, Blade Runner gibi janrın kült filmleri, mekânlarıyla farklılık arz ederler. Sinemada mekân denilince dünya çapınca akla gelen isimler kuşkusuz Kubrick, Kar-Wai ve Tarkovsky oluyor.
Filmlerinde anlatmak istediği duyguya göre mekân kurma konusunda en usta isimlerden olan Tarkovsky, tasvire giriştiği dünyayı en ince ayrıntısına kadar ele alır. Tarkovsky filmlerindeki mekân, gerçekliğin yalın ifadesi kadar çok katmanlı anlatımın derin mesajlarını da taşır. ‘İvan’ın Çocukluğu’ndaki harabe fon, savaşın ve yıkımın şiddetini muazzam bir sefalet tablosu olarak resmeder. ‘İvan’ın Çocukluğu’, yanmış evin yerinde fırın karkası (iskeleti), yıkılmış, harap olmuş tapınak (kilise), yere dikilmiş askerî uçağın parçası, rüzgârdan sallanan, sallanarak ses çıkaran, hiçbir yere açılmayan kapı gibi imgelemler, tarlalar, ağaçlar, bulutlar, nehirler ve nihayetinde insan gibi doğal fonlarla desteklenir. Kurban, neredeyse mekân üzerine bir filmdir. Evin içinde yaşananlar insanın içinde barındırdıklarıyla paralel anlatılır. Aşk, bastırılmışlık, kıskançlık ve öfke, yangın ile nihayete eren mekân-anlam ilintisinin muazzam resmedilişidir. Tarkovsky’nin Kurban’ındaki ev ve maketi.

Stanley Kubrick ve mekân denildiğinde şüphesiz ilk akla gelen şey The Shining’tir. Mekânın adeta başrol oynadığı bu sinema tarihinin en çok konuşulan filmi, sırtını yasladığı kitabın aksine neredeyse tüm gücünü mekânın egzotikliğinden alır. Bir Kızılderili mezarlığı üzerine kurulmuş bu izbe yapı gerek bitimsiz koridorları gerek her kapısı ürpertiye açılan odaları gerek mutfağı gerekse dışarıdaki labirenti ile gerilim filmi için şahane bir mekâna dönüşür. Kubrick, içini hiç göstermediği asansörden bile istediği tedirgin edici neticeyi almayı başarır Cinnet’te. Kubrick’in, The Shining filmi için kapalı bir mekânı, oteli tercih etmesi, onun seyirciye en başından beri kaderden kaçış olmadığını anlatması açısından da manidardır. Kubrick’in Overlook Oteli mekânı önemli kılan unsurlardandı. Onun, 2001 Space Odessey filminde son sistem uzay gemileri ve boşlukta yüzülen uzay tasvirleri, prematüre maymunlar ve yaşadıkları ilkel mekân, izleyiciyi filmin içine alır. Yine Otomatik Portakal’da hayat emaresi olmayan mekânlarla dolu loş ışıklı underground mekânları yeni baştan tasarlamıştır. Kahramanın karanlık sokaklardan aydınlık, zengin sınıfın hanesine girip tecavüz etmesi, karaktere üç boyutlu bir anlam kazandırır. Mekân tasvirleri genelde zıtlıklar üzerinden ve contrast bir şekilde verir.
Şanghaylı sıra dışı yönetmen Wong Kar-Wai de yapıtlarında mekâna özel yer veren sinemacılardandır. Usta’nın 2000 yılı yapımı In The Mood For Love–Aşk Zamanı, mekân tasarımı açısından zirvedir. Yaşanan yasak aşkı, alabildiğince ölçülü ve cimri şekilde seyirciye (muazzam müziğin etkisini de unutmayarak) aktarırken, mekânların darlığı ve sıkışıklığı, kalbin sevdaya dar gelmesiyle koşut anlatılır adeta. Sırrın fısıldandığı kovuk sahnesi ise eşsizdir Aşk Zamanı’nda. Mutfak, masa, sokak lambası, otelin gerçeküstü odaları ve uçuşan perdeleri, filmin unutulmaz görsellikleri arasındadır.
Türk sinemasının mekân konusunda oldukça titiz ve etkileyici iki ismi ise: Zeki Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan. Demirkubuz’un kariyerinin ilk filmi C Blok, bir tür sınıf mücadelesini TOKİ üretimi benzeri çok katlı gökdelenlerde yaşatır. Kapıcıyla orta sınıf burjuva karakteri, bu mekânların soğukluğunda adeta iki cam vazo gibi birbirine vurur Demirkubuz. Sonraki filmlerinde de, kendiliğinden açılan kapılar, perişan olmuş duvarlar ve basık, mezbelelik gibi doğal mekânları tercih eder sinemamızın bu usta ismi. ‘Yeraltı’, ise tabiri caizse neredeyse bir mekân filmidir. Kahramanın eziklik ve bayağılığını mekânın kasveti, loşluğu ve boşluğuyla verir Zeki Demirkubuz. Yemek sahnesinin gerilimi ve karakteri, dağıtıcılığı mekân-film ilişkisinde kolay ulaşılacak bir nokta değildir. Hatta bununla da yetinmez, finale doğru bu mekânı da darmadağın eder!

Nuri Bilge Ceylan’ın mekânla ilişkisi ise bambaşkadır. Kısa filmlerinden başlayarak mekânları Anton Çehov tasvirleri gibi özenle resmeden Ceylan, özellikle ‘Uzak’ta kapalı mekâna girer. Kahramanın yalnızlığını ve itilmişliğini mekânın her miliminde hissederiz ‘Uzak’ta. ‘Üç Maymun’, insan ve zaaflarına dair etkileyici bir öyküyü alt tabakanın yaşam alanına sırtını yaslayarak anlatır. ‘Bir Zamanlar Anadolu’da’, muhtarın evi sekansıyla adeta gerçek üstü bir tarza dönüşür ve katil ile evin kızının melekleştiği sahne sinemanın unutulmazları arasında yerini alır. Fantastik bir dünya gibi sunulan bu sahnenin önündeki gölgelerin zihne oyun oynadığı kayalık sahnesiyle zirve yapar. Finaldeki otopsi mekânında ise gerçeklik tüm rahatsız ediciliğiyle tamamlanır. Cannes’da ödüllendirilen Kış Uykusu ise tam anlamıyla bir mekân ve insan filmidir.
Sinemasal anlatım içinde karakterler, eylemler ve ilişkiler mekân kurgusuyla yakından ilgilidir. Bununla birlikte yönetmenin kurgusunun film diline ve anlatı söylemine etkisi kaçınılmazdır. Bu bağlamda, mekânın aurasının oluşturulmasında anlatı söylemi ve filmin kurgusunun etkileri hikâyenin işlenişine bağlıdır.
Alıntılar:
http://www.mimarlikdergisi.com/index.cfm?sayfa=mimarlik&DergiSayi=389&RecID=3303, 09.02.2017, 12:42, Sinema Ve Mimarlık Etkileşimi: Tim Bortun Filmlerinde Modernizm Eleştirileri, Gülşah Güleç (Gazi Üniversitesi, Mimarlık Bölümü), Nur Çağlar (Tobb Üniversitesi)