
politik sebeplerin boynuna yapışmış urgan
durgun çocukluğumun peşinde sürükleniyor
yine taht diye kurduğum sana veya içindeki kıza
her neyse yatağıma bulanan kanı temizlemiyor.
mideme oturan sancıdan bahsediyorum sana
televizyonda geçmiş günleri anımsatan bir ses
radyolarımı bozdum, kırdım.
pençelerini geçiren boğa, sırtımı izlerken nasıl nahif
yakın zamanda birinin olmayı anlatamam sana
kelepçeler bileklerini sarmış,
bileklerin özgürlük türküsüdür kalbimin.
ama diye başladığım bütün cümlelerde
uzak köylerin damından düşen çocuklar.
yani kırılgan da olsa bi neşeyle açıyorum gözlerimi.
belki mitolojiye esir olduk
belki istedim ki seninle gökyüzünde asılı dururken
sesini duyayım yardıma muhtaç bir güvercinin.
çığlıksız, örtüsüz, pervasız bir heves, bir hayal
kablolar bacaklarımı en az yalnızlığım kadar sıkı sıkıya tutmuş.
kalem kılıca nasıl olur da boyun eğer
kimyasını bozuyor dilimin sığ düşünceler, kilitler.
sen de ben de aramızdaki bu her neyse,
üçümüz, üç yüz,
hatta üç yüz spartalının en sonunda ardına takıp
alnını yıkadığı şeref dolu zafer!
parmaklarını üç yüz kez sürsen yüzüme
üç günde bir istesem aynı arzuyla, aynı şiddette.
bilinmez bir kudret dizlerinden içime dolan.
olan da bize oldu, duyan da aynı yerde duruyor
kuşlar da lekesiz omzuna konan.
oysa yeniden söylüyorum üç yüz kez sevsem seni
üç günde bir üç yüz defa öpsem avuçlarını,
üçte biri etmez içimdeki seni sevmek telaşının.