
Psikoloji bilimi var olduğu günden bu yana pek çok hastalık-tanı ve kavram ortaya atmıştır. Bunların çoğu günlük hayatta çok kez rastladığımız ve adını duyduğumuz hastalıklarken belli bir kısmı da hiç rastlamadığımız belki adını bile söyleyemeyeceğimiz hastalıklardır. Ancak bazıları var ki ilk kez duymuş olsak bile kulağımızda yer ediyor. Ve unutmamız mümkün olmuyor. Nedir peki hastalıklar? Bu yazımızda adını ünlü kişilerden almış daha doğrusu o kişilerle özdeşleşmiş sendromlara yer vereceğiz.
Ee hazırsanız başlayalım o zaman…
1. Van Gogh Sendromu
Van Gogh sendromu, bir yetişkinin kendini bile isteye yaralama isteğine verilen addır. Zihinsel bir durumu ifade eden bu hastalık genellikle belirli bir psikiyatrik duruma bağlı olarak ortaya çıkar. Bu terim, Vincent van Gogh’un psikotik* dönemlerinden birinde arkadaşı da olan ressam Paul Gauguin ile kavga ettikten sonra kendini değersiz ve beceriksiz hissetmesi üzerine kulağını veya kulağının bir kısmını kesmesiyle gerçekleşmiş olan eylemden türetilmiştir. Hastaların kendilerine zarar vermesi anlamına gelen bu sendromda asıl amaç kendi çektiğin fiziksel acı üzerinden karşı tarafı suçlama yahut çekilen fiziksel acı dolasıyla duygusal acılardan kurtulma durumudur. Kendine zarar verme eylemi, vücudundaki herhangi bir yakma, genital bölgeye zarar yahut intihara teşebbüs etme şeklinde kendini gösteriyor. Ayrıca bu sendrom, bireylerin intihar etmek gibi bir niyeti olmadan yalnızca vücutlarına kasti ve tekrarlı olarak zarar vermesini ifade eden İntihar Dışı Kendini Yaralama (NSSI) ile de eşanlamlı olarak kullanılıyor.
İnsan kimi kez korkunç umutsuzluğa kapılıyor, sanki cehennemdeymiş gibi hissediyor…
2. Stendal Sendromu
Stendal sendromu veya diğer adıyla hiperkültüremi hızlı kalp atışı, baş dönmesi, baygınlık, şaşırma ve hatta halüsinasyona sebep olabilen bir psikosomatik rahatsızlıktır. Bu sendrom özellikle kişinin sanat eserlerinin bolluğu veya ihtişamı ve güzelliği karşısında kendinden geçmesi halinde görülür.
Sendrom adını, 19. yüzyılda yaşayan ve mahlası Stendhal olan Fransız yazar Henri-Marie Beyle’in Napoli ve Floransa: Milan’dan Reggio’ya Yolculuk kitabında, 34 yaşındayken Floransa’daki İtalyan Rönesansı’na ait sanat eserlerini ziyareti sırasında yaşadığı olumsuz sayılabilecek deneyimlerini yazdığı bölümden aldı. Stendhal, Floransa’nın Santa Croce Katedrali’ni ziyaret ettiğinde, ilk olarak Giotto’nun ünlü tavan fresklerine tanıklık ettiğinde, gördüğü şey karşısında duygularının coşkusuna engel olamadı ve şunları yazdı:
Floransa’da bulunma ve anıtmezarlarını gördüğüm o büyük insanlarla yakın olma fikri beni kendimden geçercesine heyecanlandırıyor. Bu görkemli güzelliğin içine çekiliyordum… Öyle bir ilahi noktaya yükseldim… Her şey ruhuma capcanlı konuşuyordu. Unutmam mümkün değil. Berlin’deki ‘sinir’ denilen şey yerine kalp çarpıntıları hissediyordum. Hayatım bedenimden çekiliyordu. Düşme korkusuyla yürüyordum.
Stendal sendromu, yalnızca sanat eserlerinin karşısındaki tutumumuzu değil aynı zamanda çok sevdiğimiz bir sanatçının konserindeki tutumumuzu da kapsıyor. Bir şeyi aşırı çok sevmekle bağdaşan sendrom günümüzde en yaygın görülen sendromlar arasındadır. Sanat eserleri, antik kentler ve konserler karşısında aklını kaybeden insanların yanı sıra Paris ve Kudüs gibi şehirleri ziyaret eden insanlar da anlatılanlara benzer tuhaf semptomlarla karşılaşılabiliyor. Yani burada bizim kalp atışımızı belirleyen şey anın büyüsü olabileceği gibi şehirlere ve kişilere yüklenen anlamlar da olabiliyor. (“Bende kesin var bu ya” dediğinizi duyar gibiyim. Yalnız değilsiniz bende de var.)

3. Salieri Kompleksi – Sendromu
Salieri kompleksi, en basit haliyle “kıskançlık” olarak bilinir. Ancak bu kıskançlık bildiğimiz anlamda bir kıskançlık değildir. Daha çok akademik hayatta, sanatta ve bilimde görülür. Terim ilk kez PeterShaffer’ın 1979 yılında kaleme aldığı “Amadeus” isimli romanda kullanılmıştır. Hatta bu romandan uyarlama olarak 1984 yılında Milos Forman tarafından çekilen filmde de kullanılmıştır.
Antonio Salieri, bir saray bestecisidir. Kendisi de yetenekli bir besteci olmasına rağmen maalesef Mozart gibi bir deha ile aynı dönemde dünyaya gelmiştir. Bu yüzden ne kadar çabalasa da Mozart’ın doğuştan gelen yeteneğiyle yaptıklarına yaklaşamaz. Ne yazık ki, Mozart’ın dehasını ve ona yaklaşamayacağını anlayabilecek müzik bilgisi ve zekası da vardır. Hatta şu şekilde Tanrı’ya sitem eder:
Tanrım, madem bana Mozart’ınki gibi bir yetenek vermedin, bu durumu anlamamı sağlayacak zekayı neden verdin?
Hissettiği yoğun kıskançlık nedeniyle Mozart’ın işlerini zorlaştıran Salieri, kendisinin her zaman daha çok çalıştığını anca Mozart’ın doğuştan gelen yetenekleriyle öne çıktığını söyleyerek kendini haklı göstermeye ve en ok hak edenin kendisi olduğunu ispatlamaya çalışmıştır. Kıskançlığın temel ve önemli sebeplerinden biri de budur zaten. Sanat, bilim, akademi, sinema alanında çalışan pek çok isim bu tür kıskançlıklarla karşılaşmıştır. Hatta sonraki dönemlerde yaşanılan benzer hadiseler literatüre Salieri kompleksi olarak geçmiştir. Bununla ilgili birkaç örnek verelim;
- Kraliyet gökbilimcisi John Flamsteed, Newton’ı bilimsel alanda yok etmeye çalışmıştır. Edmond Halley olmasa bunu başaracaktır da… Halley, küskün bir şekilde inzivaya çekildiği yerde Newton’u bulmuş, ünlü eseri The Mathematical Principles of Natural Philosophy’i yazmasını sağlamış, ayrıca kendi parasıyla bastırtmıştır.
- “The Beatles’ı reddeden adam” diye tarihe geçen Dick Rowe, Decca müzik şirketinin genç yetenekler uzmanı iken “Artık gitar grupları dönemi bitti” diye efsanevi gruba hayır demişti. (Kimilerine göre bunu yapmasının tek sebebi bu gruptaki isimleri sevmemesi ve çaba harcamayan gençler olarak görmesiydi… Biz de magazinin yalancısıyız. ?)
- Ve son olarak Ezhel, Evet evet bizim Ezhel. Bildiğiniz üzere kendisi yakın bir zaman önce “Allahından Bul” isimli çalışmasını yayınladı. Şarkının bir bölümünde “İki kişiden fazla yok dostum. Hepinizde salieri kompleksi” diyor. Ünlü rapçi burada aynı camiada çalışmasına rağmen kendisini takdir etmeyen ve başarısını çekemeyen rapçilere diss atıyor. E haksız da sayılmaz bence. Kendisine dostları DJ Artz ve Bugyile birlikte mutlu bir ömür diliyoruz. Onu çekemeyenler için de hemen şuraya şarkısını iliştiryoruz.
4. Othello Sendromu
Othello Sendromu sanrılı bir bozukluk – bir kıskançlık türüdür. Terim adını Shakespeare’nin ünlü eseri Othello’dan alır.
Shakespeare’in ünlü eserlerinden Othello’da, oyunun kahramanlarından soylu, akıllı, güçlü ve dürüst kişilikli Othello ve karısı Desdemona birbirlerini büyük bir aşkla sevmektedir. Ancak, Iago yetkiyi kendi yerine Cassio’ya veren Othello’ya kinlenir. Othello’nun büyük aşkına ilk armağanı olan mendili Desdemona kaybetmiştir. Anlamı çok büyük olan bu armağanı Desdemona bir türlü bulamaz. Othello, karısının mendili kaybetmesinden kuşkulanmaya başlar. Mendili ele geçiren Iago, Othello’nun Desdemona’ya güvenini sarsacak bir plan kurar ve bunu başarır. Iago’nun planı sayesinde Othello Desdemona’nın Cassio’yla aşk yaşadığından kuşkulanmaya başlar. Kıskançlığın ateşiyle yanıp tutuşan Othello önce Cassio’yu, sonra karısını öldürür. Ancak, bu arada her şeyin Iago’nun işi olduğu ortaya çıkar. Bunun üzerine Othello kendini öldürür ve Iago idama mahkum olur. Kıskançlık aşkın koruyucusu olarak evrimleşti denilmesine karşın, bazı durumlarda kıskançlık bir ilişkiyi yıkabiliyor. Tıpta Othello sendromu denilen aşırı kıskançlık durumuna bağlı olarak şiddet baş gösterebiliyor.**
Bu bozukluğun temelinde, sevilen insanın kendisini aldatma fikrini destekleyen patolojik veya aşırı kıskançlık olduğu düşünülür. Othello Sendromundan mustarip olan bir kişi, tamamen akıl dışı hareketlerde bulunur. Başka bir deyişle, birey, inançlarının bir kanıtı olup olmadığını düşünmeden, sadece ve sadece görmek istediklerini görür.

5. Truman Sendromu
Sürekli izlendiği ve takip edildiğini düşünme durumuna verilen addır. İsmini “Truman Show” adlı filmden almıştır. 1998 yapımı “The Truman Show” filmi, henüz anne karnındayken bir televizyon şirketi tarafından satın alınan ve bütün hayatı canlı yayın aracılığıyla kesintisiz olarak televizyonda yayınlanan Truman Burbank’in trajikomik hikâyesini konu almaktadır.
Bilim insanları Truman Sendromu olarak tanımlanan sendroma yakalanan insanların kendilerini sürekli “bir televizyon şovunda yaşıyormuş gibi” zannettiklerini belirtmektedirler. Bu sendromdan muzdarip bireyler de hayatlarının her anının, tıpkı sözü geçen filmde olduğu gibi kayıt altına alındığını ve televizyonlarda yayınlandığını düşünmektedirler. Yani hayatlarının gizli kameralar tarafından takip edildiğini, kaydedilip televizyonda yayınlandığını hatta hayatlarının bazı güçler tarafından yönetildiğini ve yönlendirildiğini düşünüyorlar.
Truman Sendromu ilk defa 2012 yılında Joel Gold ve Ian Gold’un, “Cognitive Neuropsychiatry” adlı dergide yayınladıkları makale ile tanımlanmış ve psikiyatri literatürüne girmiştir. Joel Gold “WebMD” için verdiği bir röportajında Truman Sendromu hakkında şunları söylemiştir:
Truman sanrısı hastanın tüm hayatını kapsar. Hasta ailesinin, arkadaşlarının ve çevresindeki diğer insanların konuşmalarının bir senaryodan okunduğunu ve ayrıca yaşadığı şehirdeki her binanın bir film setinin parçası olduğunu düşünür. Üstelik bununla da kalmaz ve hayatının tüm dünya tarafından izlenen bir film olduğuna dair sağlam bir inanç geliştirir.
- * Psikotik Hastalıklar, kişinin gerçeği değerlendirmesini bozduğu için daha ciddi ruh hastalıklarını kapsar. Hemen herkesin bildiği “şizofreni”, bu grubun en önemli hastalığıdır. Şizofreni en sık rastlanan psikotik bozukluktur.
- **Ekşi Sözlük: sexysadie