Whitehouse Düşüyor

Yazan: İbrahim Metin Esen

Cennet Mahallesi metrobüs durağı köprüsünün altında, Topkapı istikametine doğru park etmişti arabasını Nasuh Kahraman. Yeni aldığı Nissan Juke marka arabasını fark etmesin diye köprü altında bekleyen kızlar, dörtlüleri yakmamıştı ve hatta farları da kapattı. Bu akşam fark edilmek istemiyordu yanında oturan ben gibi.

Sağ tarafındaki Koru Florya inşaatı çarptı gözüme. Eski parayla bir buçuk trilyondan başlayan fiyatlarla yazıyordu tabelasında ve bu tabelayı hazırlayan reklamcı lavuk, metrobüs ayağınızın dibinde yazısını da eklemişti tabelaya. Buradan bir buçuk trilyon verip ev alan adamın metrobüsle ilgili tek bağlantısı, kendisine yeni bir 34C hattı alması olabilir diye düşünüyordum ki 34C’nin sahibinden daha çok bu hatta binen can dostum Yücel Koray Taşkın indi otobüsten. Her zamanki gibi Winston Soft’undan bir sigara yaktı. Kıyamet kopsa dahi umrunda olmayan o sakin yürüyüşüne başladı. O sigarayı yaktığı anda deseler ki ‘abi kıyamet kopuyor’, “bir durun amına koyayım ya, sigara bitsin” diyecek kadar rahat bir dostumdu. Üst geçitin merdivenlerinden yavaş yavaş indi. Kahverengi deri ceketinin yakaları kalkıktı ve 62 erkekle okuyan bir makine mühendisinin kalkık olan tek yeri deri ceketinin yakaları değildi. Durakta bekleyen kızları, 62 erkekle okuyan bir mühendisten bekleneceği gibi gözleriyle yiyip bitirmedi. Hatta gözünün ucuyla bile bakmadı. Yanlarından teğet geçip arabanın arka kapısına geldi. Sigarasından son bir fırt çekip arka koltuğa oturdu üniversiteden ev arkadaşım. “N’aptın oğlum manitayı? Günaydın demeyi başarabildin mi sonunda, her servise binen normal insan gibi?” “Yüksel Topaloğlu’nun nereden alacağız?” Diyerek konuyu geçiştirdi.
Nasuh arabayı çalıştırdı. Gözlerinin 6, gerçekten de şu anda okuduğunuz 6 rakamı gibi torbalarla doluydu. Yine fazla mesai yapmıştı, siz bayanlar daha güzel yürüsün diye ustalığını yaptığı bayan ayakkabısı imalatında. Gerçekten de işinin ehliydi. 16 yıllık dostumun ayakkabı piyasasındaki takma adı Messi Nasuh’tu. Ayakkabıları çok kısa süre içinde ve çok dar bir alanda, doğuştan gelen yetenekleriyle harika bir şekilde imal ederdi. Küçükken geçirdiği kemik hastalığını bu sektörde kendine bir avantaja dönüştürmüş ve adını sadece ayakkabı piyasasına değil, dağlara yazıp buğulu camlara kazımıştı. Kışın masal dinlemek onun için zor bir işti, bu yüzden hem ağlayıp altında çalışanları da ağlatıyordu.

Yenibosna Metrobüs durağının karşısındaki Kültür Üniversitesinin önünde beklemeye başladık kardeşim Yüksel Topaloğlu’nu. Bulgaristan göçmeni bir ailenin tek çocuğuydu. Gözlerinin yeşilliğini 3 ay yıkamadığımız yumurta tavasının içinde oluşan yeşil küflerden almıştı. Aramızda en entel ve en iyi aile terbiyesi alan, burnu en küçük, kulak memeleri en yumuşak olan, hayatındaki kadınlara saygı gösteren hatta kendisi Avea müşterisi olmasına rağmen Turkcell müşteri hizmetlerinden arayan kızla konuşmak için yanımızdan ayrılıp odasına gidecek kadar saygılı, halı sahada kaleye koyduğunda beraberliği garanti olarak cebine koyduğun ve oyunu açmak için kaleye döndüğünde topa kesinlikle dan-dun vurmayan sol ayaklı sevgili dostum Yüksel, Yücel gibi sigarasını yakmış arabaya doğru yürüyordu. 3 sene sonra aynı iş yerinde çalışacağımızı, aynı tabaktan yemek yiyip aynı bardaktan su içeceğimizi, aynı biradan yudumlayıp, aynı çubuk makarnanın iki ucundan başlayacağımızı ama tam ortasında bırakacağımızı, aynı şişme kadını… Yok artık bu biraz abartı oldu ama tüm bu saydıklarımı beraber yapacağımızdan ikimizin de haberi yoktu. Arabaya bindi Yüksel, gözleri her zamankinden daha çürük yumurtaydı. Halimizi harımızı sorduktan sonra bu gece hangover yapmak istediğini, bize aldığı aile terbiyesine yakışmayacak şekilde, pek hoş olmayan küfürlerle belirtti. Bu küfürleri buraya yazarak her şeyimizi paylaştığım dostumu burada, sizin sofranızda paylaşmak istemiyorum.

Ayakkabı piyasasının kalbinin attığı yer olan Gedikpaşa’da kalfalar tarafından saygı duyulan ver her gittiği dükkanda bu saygıyı tok olmasına rağmen “Nazım abi bir çift lavaş Urfa söyle de şu Konya’nın La Masia alt yapısında yetişen kardeşinin karnı bir doysun amına koyayım ya” dönüştüren kadim dostum Nasuh, araba kullanırken tüm trafik kurallarına uyduğu için telefonundan rehberine girmemi isteyip, daha sonra arama kaydına girmemi ve “nerene kaydı arama kaydı ket ket keh” esprisine zemin hazırlama isteğinde olduğunu anlamam da pek uzun sürmedi. O bir şey söylemeden “tamam abi arama kaydı, ne olur rehberden devam edelim” dedim. “Şu rızıkların dağılmasında, yağmurların yağmasında, rüzgarların esmesinde ve tabiat olaylarının kontrol edilmesinde emeği olan meleği bir ara bakalım yavşağım” diyerek trafik kurallarına hakim olduğu kadar din kültürü ve ahlak bilgisinde de aynı hakimiyete sahip olduğunu bizlere gösterdi.

Bulgaristan’da doğmasının ve çifte vatandaşlığının avantajlarını her fırsatını bulduğunda bize gösteren diğer kadim dostum Yüksel, Bulgaristan’da doğmasının dezavantajını da din kültürü ve ahlak bilgisinde göstererek “İsrafil” diye bağırdı arka koltuktan. “İsrafsın canım kardeşim” dedim ve bu kelime esprilerini kaçırmadığımı konu komşuya gösterdim. Nasuh yaptığımız geyiğin dişi olduğunu düşünüp doğurmasını sağladığı organına okkalı bir koydu ve “Mikail ara lan yawşak” dedi ve tam da okuduğunuz gibi W ile söyledi. Kürt olması sebebiyle konuşmalarında sıkça Q ve W harflerini kullanmayı severdi kadim dostum Messi Nasuh.
Topkapı sapağına gelmeden önceki, ‘aklı sürekli kelden benzini ise Shell’den aldığımız benzin istasyonunda girişinden 5 ya da 6 metre önce arabayı sağa park ettik. Sola zaten park edemezdik çünkü burası güneşin hiç batmadığı yer olan İngiltere değildi. Dini bilgimizi sorgulamamıza neden olan Mikail’in telefonu etrafta bulunan baz istasyonları ile sinyal alışverişinde de değildi. Nasuh, benzin istasyonununda telefonla konuşulmayacağının bilincinde olan bir benzin almak için Shell’den esprisini yapması tetikliyordu. Hissediyordum bunu Nasuh’un hareketlerinden 3 yaşında doğum günü kutlanan bir çocuğun pastayı üflemesini bekler gibi bekliyordu camı açmayı. Sevgilinin elini tutar gibi tuttum vites topuzundaki sağ elini Nasuh’un. “Yapma abi, n’olur yapma bu seferlik es geç. Akşam akşam mevzu çıkmasın” dedim bakışlarımla. O da “Senin ben ta amına koyayım” der gibi baktı. Ben de “haklısın” der gibi cevap verdim göz kapaklarımla.

Messi Nasuh, her zamanki gibi depoyu fulledi çünkü o arabasına aldığı kız arkadaşlarına “geçen arabayı yine fulledim” ile başlayan cümleler kurmayı severdi. Marketten çıkan Nasuh, siyah poşetten dört tane yeşil fıstık ezmesini çıkarttı. Gözlerimizin içine “bu fıstık ezmelerinin bu akşam hakkı verilecek” der gibi baktı. Kısa bir sessizlik oldu arabada. Herkes dört saat sonra neler olacağını düşünmeye başladı fıstık ezmelerini ağızlarında ezerken. Joytürk’te sıradaki şarkıyı bu akşam beraber olacağımız kardeşlerime istedim içimden ve radyoda Ebru Gündeş söylüyordu: Bir gün aşklar biter, hatıralar kalır…

Mikail’den gelecek telefonu beklerken Fındıkzade’de bulunan meşhur goralıcıya gitmeden olmayacaktı. Çünkü biz her ayın 14’ünde aynı ekip toplanır, Mikail’i arar, ondan gelen telefonu beklerken goralı yerdik. Evet biz tam olarak böyle bir ekiptik. Goralılarımızı beklerken her ayın 14’ünde olan tartışmaya yine başladık. Hepimiz farklı yörelerin insanları olmamıza rağmen alkolik hareketin engellenemeyeceği fikrinin altında tek vücut olacak kadar aynı kişilerdik ve sevgili adim dostum Nasuh ise ilkokul 4. sınıfa giderken beslenme çantasına beyaz leblebi, suluğuna ise bira koyduğunu iddia edebilecek kadar alkolü seven biriydi. Bu sefer kendimi, bu güzel kardeşlerimin eğlence sektöründeki yerlerini daha detaylı görebileyim diye feda ettim. Alkol almamaya, onların özel şoförlüğünü yapmaya karar verdim. Üçüncü goralımızı yerken 2008-2009 sezonundan sonra Beşiktaş’ın şampiyonluğunu bekler gibi beklemeye başladık Mikail’in telefonunu. Sergen’in son dakikada Galatasaray’a attığı, Ercan Taner’in, “Sergen attı şampiyonluk geldi” efsanesindeki Sergen Yalçın, Mikail’di bizim için ve son goralımızı yerken de Mikail mesajı attı ve şampiyonluk geldi. “Abi masanızı sahnenin yanına hazırladım, yeni Ruslar geldi siz de gelin bir şeyler yaparız.”

Sevgili pek kadim dostum Nasuh, o rus bu çocuğu sever cümlesini hızlıca söyleyip orospu çocuğu sever cümlesini bize düşündürtmeye ve komiklik yapmaya çalıştı. Başka bir yerde bu espriyi yapsa cebine esrar koyup polise ihbar edilirdi ama araba ve Mikail Nasuh’un olunca, onun zeki, çevik ve ahlaklılığını övecek kadar yavşak bir üçlüydük.
Pek sevgili dostum Messi Nasuh, Fındıkzade ışıklarda el freni yardımıyla, mobese,, eds, Google Cam ve orada bulunan ne kadar kamera varsa hepsine yakalanarak Aksaray tarafına doğru yeni aldığı Nissan Juke’un üstüne çıkıp kırbacı vura vura yöneldi. Şoför koltuğunun arkasına oturan ve birazdan Nasuh’un şoförlüğünü övüp sigara içmek için izin isteyecek olan Yücel cebinden sigara paketini çıkarmaya yeltenecekti ki Nasuh: “kardeşim beni övme n’olur, camı arala ve lanet olası sigaranı yak” dedi. Yılda sadece 12 kez, o da her ayın 14’ünde görüşüp bu kadar birbirlerinin içini okuyabilen bir arkadaş grubu daha dünyaya gelmemişti. Yücel sigara paketini ışık hızında (299 792 458 m/s) bizlere teklif edip kendi bir dal sigara yakarken ben fıstıklı ezmemden bir ısırık daha aldım. Yüksel kulak arkasındaki egzamalarından bir tırnaklık kısmı koparıp ayaklarının dibine atmak isterken arabada olan biten her şeyi gizli kamera varmışçasına hisseden Nasuh, “o egzamalarını senin makatına sokarım Yüksel” diyerek göt kelimesinin yerine makat kelimesini kullanıp Yüksel’in aldığı aile terbiyesine saygısızlık etmek istemedi. Radyoda Sagopa Kajmer’den Vasiyet çalmaya başladığında Nasuh, teybin son ses seviyesini direksiyon simidinin sağında bulunan ses tuşları sayesinde kendi doğum yerinin plakası olan 42’ye getirdi. Ayağını gazdan biraz kesti, şarkının tadını çıkarmak istediği gözlerini kısmasından belliydi.

Beyazıt’ta bulunan su ürünleri fakültesinin yanındaki çıkmaz sokağa arabayı park etmek için, tramvayın geçmesini beklemeyecek kadar sabırsızdık. Tramvayın şoförü olan vatmanın üzerinden batman ile ilgili espriler yapacak kadar da seviyesiz insanlar hiç değildik. Sabırsızlığımızın yegane sebebi ise benzinlikten aldığımız yeşil fıstık ezmelerinden başka bir şey değildi çünkü fıstık ezmesi pakette durduğu gibi durmamaktaydı. El freni çekili bir şekilde birinci viteste hareket etmeye çalışıp, dışarıdan bakıldığında arabayı hoplatmaya çalışan magandalar gibi gözüktüğümüzün farkındaydık ama galiba biz biraz magandaydık.

Tramvayın geçmesini bekledikten sonra önce sola sonra sağa sonra tekrar sola bakmadan karşıya geçip, su ürünleri fakültesinin yanındaki çıkmaz sokağa park yapılmaz tabelasının tam altına arabayı park ettik. Bu park ediş aslında bir başkaldırış, düzene karşı koyuş, ya da ‘fuck the system’di bizim için. Sanki bu gece kuralları biz koymaya karar vermiştik. İster 3 korner 1 penaltı, isterse de gol atan kaleye geçecekti ama Aksaray’a geldiğimize göre kaleci hep sabit kalacak ve biz her gol attığımızda kaleye geçmeyecektik…

Next Post

Mütehhassis Homo Sapienssapiens

Sal Şub 25 , 2020
Ruslar tarafından uzaya gönderilen fakat kabin sıcaklığı nedeniyle ölen ilk uzay köpeği Laika için… Abisi buradan ufacıksınız, toz zerresi kadar bedeniniz, beyninizin boyutunu siz hesap edin (bir nevi leblebi) artık. Arada yaparım ben bunu. Alır başımı giderim gece oldumu. Denemesi bedava. Yatağa uzanıyoruz, 3 kere derince nefes alıp veriyoruz. Nefes […]