“Kafasında daha fazla fikir barındıran biri, diğerlerinden daha eylemci sayılır. Hiçbir şey yapmasa bile.”
Necla, Kış Uykusu -2014

Kış Uykusu boyunca bazen uzandığı kanepeden, bazen kahvaltı masasından abisi Aydın’ı ikna etmek için didinen bir kadındı Necla. Çatışmada bir çeşit haz hissediyor, karşıdan aykırı bir ses duymak ona yaşadığını hissettiriyordu. Peki düşünce-eylem bağlantısıyla ilgili olarak söylediği bu sözün zeminle ilişkisi var mı yoksa yalnızca yaşadığını hissetmek istediği için kurulan bir cümle mi? Başka bir deyişle eylem, salt düşünceyle açıklanabilir mi?
Öncelikle bir şeyin eylem olabilmesi için, direkt ya da dolaylı yoldan, gerçekleşmeden önceki durumda olumlu yahut olumsuz bir değişiklik doğurması gerekir. Bu değişiklik madde veya mana ile ilgili olabilir ve zamana ihtiyaç duyabilir. Ayrıca eylem bazen, değişme yönünde ilerleyen bir duruma etki ederek mevcut durumun devam etmesini de sağlayabilir. Fakat teorik olarak, kafada daha fazla fikir barındırmak, değil eylemci olmak, ‘daha eylemci’ olmak için bile yeterli değildir. Kaldı ki hayali fikre çeviren şey, gerçekçilik ve uygulanabilirlik gibi filtrelerden başarıyla geçmesidir. Eylem için, gerçekçilik ve uygulanabilirlik filtrelerinin yanı sıra harekete geçme ya da harekete geçirme de gerekir. İşte günümüz dâhilerinin (Türkiye’de yaklaşık 50 milyon kişi) takıldığı noktadayız.
Koşmak, romantik dünyada rüzgarın yüzüne çarpması gibi belli hisler uyandıran, matematikte de seni A noktasından B noktasına götürecek kadar pragmatik, ayrıca yapması görece basit bir eylem. Fakat koşmanın ‘bile’ bazı ön koşulları var. Belli seviyenin üstünde bacak kasları, az biraz kondisyon, duruma göre belki bir amaç… Bunlar da yeterli değil üstelik. Yürüme tecrübesi de gerekiyor. Bu tecrübeyi edinmek için önce emeklemiş olmak da lazım tabi. Doğmamış bir şey emekleyemez dimi? Doğmalıyız da o zaman.

Günümüz ‘doğmayanlarının’ oturdukları yerden, koşmak yahut ona eşdeğer bir durumla ilgili, ortalığa türlü düşünülmüş maskeli uygulanamaz fikirler saçmaları ve bunu şu sıralar çok revaçta olan ‘büyük oyunu görmek’ furyasının küçük kardeşi olan ‘büyük düşünmek’ çatısı altında yapmaları, beraberinde ‘ilk adımda yapabildiğini yapma’ ve ‘zamanla gelişme’ fikir-eylemlerini ‘küçük düşünmek’ olarak tanımlayarak, kişisel gelişim ve kişisel gelişimci furyasından sonra kucağımıza nur topu gibi ikinci bir soyut veba bırakıyor.
Elbette eylemi kutsayıp, fikri alaşağı etmek değil bu. Arkasında eylem olmayan fikri, önünde fikir olmayan eyleme tercih edeceğimi de söylemem gerekir. Fakat bir Amerika kaç kez keşfedilebilir? ‘Hayallerin,’ son model araba satın almak ya da sosyal medya fenomeni olmak gibi aşırı yüzeysel olanları bile birtakım eylemlere ve yeterliliklere ihtiyaç duyarken bunları tümden dışarıda bırakıp oturulan yerden Kolomb adayına fikir vermek modern insanın kolaycılığa bu kaçıncı tapınması?
İnsanlık, büyük olanı, ona içkin daha küçükleri oluşturduğu konusunda bu kadar hemfikirken, toplumun her kesiminde küçük olanın bu kadar görmezden gelinip büyük olanın bu denli önemsenmesi, Türkiye’de yıllardır farklı alanlardaki türlü konulara aynı bakış açısıyla yaklaşan iktidarın bu söyleminin, farkında olmasak da çoğumuzun tüm hücrelerine girmiş olduğunun büyük bir kanıtı niteliğinde. Çoğunluğun bu kadar ‘haklı’ ve ‘doğru’ görünmesi, suni ama haklı ve sağlıksız ama doğru’yu doğuruyor. Üzerine basıldıkça Öteki, yaşam refleksi gösterip Öteki olmaktan vazgeçiyor ve büsbüyük topraklarda koskocaman Bizler, böyle hep birlikte ‘katlanıyoruz.’
Şimdi ne dersiniz? Sizce koşalım mı?